BIST 100 9.693 DOLAR 32,50 EURO 34,69 ALTIN 2.499,53
13° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

PKK rehineleri öldürdü ve Amerika 'kim öldürdü?' diye sorguladı

Savunma Bakanı Hulusi Akar, pazar günü kameraların karşısına geçti. Gün, “Sevgililer Günüydü.” Salgın, hafta sonları sokağa çıkma yasağı, ekonomik buhran derken sanki romantizm pek ortada yoktu ama yine de böylesi bir güne hiç yakışmayacak bir haberi verdi Bakan Akar. “Gara’da, 13 Türk vatandaşımız PKK tarafından öldürüldü,” dedi.

Haberi duydum. Enteresan geldi. Gara, Türk toprağı değil. Irak’ın kuzeyinde bir bölge. Milli Savunma Bakanlığı, 10 Şubat’ta, burada, Pençe Kartal 2 harekatını başlattığını duyurmuştu. Böyle bir yerde, hele de kışın ortasında, bu arazide bizim vatandaşların işi ne ki diye düşündüm. Sonra da zaten ortaya çıktı ki ortada çok daha karmaşık ve üzücü bir olay var.

Erdoğan hükümetlerinin, terör örgütü PKK ile – hedefinin ne olduğunu tam olarak anlayamadığım – müzakere sürecinde kaçırılmış bu vatan evlatları. İYİ Parti İstanbul milletvekili Ümit Özdağ’ın dediği gibi sivil vatandaş oldukları için değil, MİT mensubu, asker, polis oldukları için kaçırılmışlar. PKK tarafından 5-6 yıldır rehin tutulan kişiler bunlar. Milletçe de kaçırıldıklarından daha yeni haberimiz oluyor. Arada tek tük yapılan haberler veya kimi muhalefet milletvekillerinin konuyu paylaşmaları, gündem yaratmamış. Biz mi duyarsız olmuşuz, yoksa anlamamış mıyız durumu bilinmez ama böyle bir duyarsızlık içindeysek öldükleri haberini aldıktan sonra yapılan yüksek sesli paylaşımlar da tam olarak ne demek, düşünmek gerek.
Genelkurmay’ın yerleşkesinde NATO Terörle Mücadele ve Mükemmeliyet Merkezi’nin eğitimlerine konuşmacı olarak katkı verdiğim yıllarda askerlerle hep bu konuda ayrı düşüyorduk. Onlar için medyanın terörle ilgili bir olayı haberleştirmemesi tercih edilirken, ben ise sorumlu yayıncılık ilkeleri ile bu haberlerin kamuoyunun bilgisine sunulmasının önemini anlatıyordum. Anlaşamıyorduk. Bilinmeyince, olmamış olmuyor dediğimde de illa ki devlete güvenmek gerektiğini vurguluyorlardı. Kötü şeylerin karanlıkta olduğunu; bazen iyi tarafta olduğunu düşünenlerin de çok başıboş bırakıldıklarında istemeden hatalar yapabileceklerini söylediğimde kaşlarını çatıyorlardı bana. Farklı yaklaşımlarımızı çetin geçen tartışmalar sonucunda yine de tatlıya bağlıyorduk. Bugün ise herkesin olanlar üzerine düşünmesi için bir fırsat. Olanın üstünü örtmek, olanı olmamış yapmıyorsa; hayatın iyi ve kötü yüzlerinin bir arada yaşandığını bilmezden gelmek istemiyorsak, sorumlu yayıncılığın devletin propaganda aygıtı olmadığını teslim ederek bu haberlerin paylaşılmasına karşı alınan tavrı yeniden bir düşünmek gerek. Yaşanan her şeyi bir PR çalışması üzerinden ele almaya devam edersek, gün gelecek kendimizi kaybedeceğiz...

ŞİMDİ GELELİM İŞİN DIŞ POLİTİKA BOYUTUNA

İktidarın, Türk kamuoyunun algısını yönetme konusundaki başarısına kimse olumsuz not veremez. Sorun şu ki dışarıdan bakanlar farklı şiarlarla konulara yaklaşabildikleri için aynı algı parametrelerinden durumu değerlendirmek zorunda görmüyorlar kendilerini. İyi niyetle veya değil, farklı şeyler görüyorlar ve algılıyorlar. Başka sorular sorabiliyorlar. Sordukları sorulardan yola çıkarak, farklı sonuçlara varabiliyorlar. Bildikleri başka başka şeyler olabiliyor. Niyetleri gibi bildiklerinin veya algıladıklarının da doğru veya yanlış olduğunu bilemiyoruz.
Bildiğimiz, Amerika’nın yeni seçilmiş başkanı Joe Biden ve ekibinin Erdoğan hükümetine karşı olumlu his ve düşünceler beslemediği. Organik bir uyumsuzluk yaşanıyor. Ve ilginç ki bu uyuşmazlıktan ötürü Amerikan tarafı hata üzerine hata yapıyor. Türkiye ile ilişkilerde kötü başlangıç yapan taraf karşı taraf...

BIDEN TARAFI ÖZGÜVEN PATLAMASI YAŞIYOR

Eğri oturalım doğru konuşalım. Amerika, kendini imtiyazlı gören bir milli varoluş hikayesine sahip bir ülke. Yaptığı tüm hataları bir anda görmezden gelip, yeni başlangıç yapabilecek bir güçte olduğu özgüveni ile hareket ediyor. Trump sorun idiyse, ikinciye seçtirmeyerek başarı sağladılar. Bu başarıyı da Biden ekibi içselleştirmiş durumda. Trump, 2016’ya kıyasla oylarını arttırmış olsa da Biden’ın bir başkanlık seçiminde rekor sayıda oy aldığına şüphe yok. Bu muazzam bir başarı ve fakat Biden ve ekibinin bu fırsatı nasıl kullanacağını izleyip, görmek gerek. Ancak Türkiye gibi eğer ki iktidarından sorunlu bir kitle varsa, ve bunu sandıkta değiştirememe konusunda kronik bir hal içindeyse, Biden yönetiminin Türkiye’nin siyasi durumu ve geleceği üzerine kanaati -- iktidarından sürekli şikayet edip de işi sandıkta bitiremeyen muhalefetin pek de hoşuna gidemeyebilir. Biden’ın, New York Times editörlerine verdiği meşhur demeçte dediği gibi muhalefeti destekleyip Erdoğan’dan kurtulma arayışı aynı zamanda muhalefetin bu işi kendi başına beceremediğini de teslim ediyor. Biden ekibi ise Trump’a karşı başarı elde etmenin özgüveni ile; ülkenin demokrasisine sahip çıkmış olmanın gururu ile hareket ediyor. Türkiye’ye yaklaşımlarında arka planda böyle bir durumun olduğunu görmek lazım. Erdoğan’ı sevmedikleri kadar, muhalefeti de beceriksiz buluyorlar.
Dış politikada ise hisler öne geçince ortalık karışıyor. Biden yönetimi, Türkiye’ye güvenmiyor. Türkiye’nin, Kürtlere soykırım uygulamak için kapıda beklediğini ve yapılan her şeyin arkasında hep bir karanlık planın olduğunu düşünüyorlar. İki NATO müttefiki olup da aynı yerden hareket ettiklerini düşünmüyorlar. Türkiye de Amerika’ya bilmukabele edebilir ama bu negatiflerin yarışına dönünce bir yere varılmıyor.

HATA NEREDE!

Yeni Amerikan yönetimi işbaşı yaptığından bu yana daha bir ay geçmedi. Başkan Biden’ın ve Dışişleri Bakanı Blinken’ın, Erdoğan ve Çavuşoğlu ile görüşmeyi ötelemelerinin anlamı açık. Yukarıda da anlattım. Frekanslar tutmuyor, kafalar uyuşmuyor, hisler itişmeli ve velhasıl sizden haz etmiyoruz diye mesaj veriyorlar. Gerçi Blinken, dün itibarı ile soğuk ve teknik bir görüşme de olsa bu iletişimsizliği kırdı. Zamanlaması da manidar oldu.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı, “Eğer Türk vatandaşlarının terör örgütü PKK’nın elinde öldüğüne dair haberler teyit edilirse, bu eylemi en güçlü şekilde kınıyoruz,” diye saçmasapan bir açıklama yaptı. Türkiye’ye duyulan güvensizliğin ve önyargıların ötesinde bir iş bilmezlik bu. Erdoğan hükümetlerinin ülkeyi yönetemediği ortada olsa da, konu bundan ibaret değil. Bu açıklama Erdoğan’ın da dediği gibi Amerika’nın, PKK’yı Türkiye ile bir tuttuğu – yani Washington’un terör örgütü olarak gördüğü PKK’ya neredeyse devlet veya güvenilir bir taraf olma hakkını verdiğini gösteriyor. Bu, kabul edilemez.
Dahası, Türkiye’nin ne yaptığını ve bu insanların nasıl öldüğünü günler, aylar, ve hatta yıllarca tartışabiliriz. Nereye varırız, hiçbir fikrim yok ama PKK’nın bu kişileri rehine tuttuğu ve rehine oldukları için bu kişilerin hayatının riskte olduğu gerçeğinin değişmeyeceğinden eminim. Dış politikada ve devletler arası ilişkilerde ayarı bozmak istemiyorsak, kurtarma operasyonunun başarılı sonuçlanmamasına dair üzüntü belirtilir ve PKK’nın bu ölümlerdeki sorumluluğu tartışmaya açılmaz. Basit ve net kuralları çarpıtmaya kalkışınca Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi David Satterfield’in de dün Dışişleri Bakanlığı’nda en sert şekilde tepkiyi işitmesi kaçınılmazdı. Diplomatlar, görevlerinin hakkını vermiştir diye umalım. Blinken’ın telefon görüşmesi de bunun üzerine geldi. Malum sorunlu S-400 ve insan hakları konuları da gündeme gelmiş ama Amerikan tarafı kabahatli bir noktada ilk teması sağladı.

SENATO MEKTUBUNUN ŞUURSUZLUĞU

Amerikan Kongresi’nde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a duyulan tepki aşikar. Demokrat ve Cumhuriyetçi 54 Senatör de Biden’a bir mektup yazmış. Hedefleri, Biden’a, Türkiye’nin jeopolitik önemine rağmen bu ülke ile ilişkilerde değerlerimiz konusunda ayrıştığımızı göz ardı etme, zayıf davranma mesajını vermek. Biden yönetiminin ve Kongre’nin, Erdoğan hükümetine karşı yaklaşımları öylesine ortada ve öylesine Trump sonrası dönemin coşkusu varken, bu mektuba neden gerek duydukları ise pek anlaşılır değil. İşin aslına bakarsanız, yaptıkları gereksiz bir iş. Ama bu mektup, Trump’ın, Senato’daki ikinci azil davasının başladığı gün kamuoyuna açıklandı. Ve insan hakları vurgusu yapalım derken, ortalığı karıştırdılar.
Senatörler şöyle yazmış: “Erdoğan hükümeti NBA oyuncusu ve insan hakları savunucusu Enes Kanter gibi ABD’de kendisini eleştiren kişileri, Türkiye’deki ailesini hedef alarak ve hakkında INTERPOL’den kırmızı bülten çıkararak susturmayı amaçladı.”
Enes Kanter’in ailesine karşı güvenlik güçleri ve adli merciler bir korkutma ve göz dağı verme eylemine giriştilerse, devletin gücünü yanlış kullanmışlar. Ama konumuz bu değil. Kanter, Türk Parlamentosuna bomba atıldığı gece Fethullah Gülen’le birlikte olduğunu söyleyerek, onun masumiyetini savunmuş mutlu ve gururlu bir Gülenci. Bizim gibi sıradan vatandaşlar belki bir gün o gece ne olduğunun tam hikayesini bir vakit öğreniriz ama şu anda bildiğimiz bu işin içinde Gülencilerin olduğu. Gülen’i temize çekmeye çalışan bir insana karşı da haliyle bu ülkede yaşayan insanların tepkisi var. Ve bizlerin de o gecede yaşananlardan ötürü bir travma yaşadığımızı ve insan olarak en temel hakkımız olan güvende hissetme duygumuzun bu örgüt tarafından ihlal edildiğini Senatörlere hatırlatmaya ihtiyacımızın olması üzücü. Yani Allah göstermeye 6 Ocak’ta Kongre’ye yapılan saldırıda, Amerikan Hava Kuvvetlerinden bir pilotun bu kalkışmayı yapanlarla bir olup, bir Amerikan F-16sını havalandırıp, Kongre’ye bomba atmış olduğunu düşünsenize...

Siyasetçiler, kendilerini öyle önemsediler ki bir ülkenin sadece siyaset üzerinden anlamlandırılabileceği yanılgısına kapıldılar. İnsanı unuttular. Devlet ve hükümetler arasındaki farkın, vatandaşın devletle ve hükümetler arasındaki ilişki ağını alt üst ettiler. Trump gibi kendini Amerika’nın tek sahibi gören çarpık bir narsist başkanın, benzeri dürtülere sahip başka liderlerle birlikte yalnızlık çekmediğini biliyoruz. Ama Erdoğan bugün neyse dün de aynıydı ve Amerikan yönetimlerinin de Erdoğan’a yaklaşımları başta başkaydı bugün başka. O arada geçen hikayelerde tek tarafın hatalı olmadığını ve Erdoğan karşıtlığı yüzünden Amerika’nın bugün yaptığı hatalarının da hata olduğunu teslim etmek gerek. Hatalar tek taraftan gelmiyor, karşılıklı dizim dizim yarışa girdiler. Buradan da nereye gideceğimiz karışık bir iş. Haftaya kaldığımız yerden devam ederim...

Başımız sağ olsun!

- - - - - - -