BIST 100 8.981 DOLAR 32,33 EURO 35,03 ALTIN 2.292,95
22° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Düşünce özgürlüğü meselesi

İş, dönüp dolaşıp demokrasi ve özgürlükler tartışmasına dayanıyor.

Öteden beri savunduğumuz tabii ki "demokrat ve aydın olmak adına" savunmak durumunda olduğumuz bir doğru var:

"Herkes, yasaları ihlal etmemek, başkalarına hakaret etmemek, onların kişisel özgürlük alanlarını işgal etmemek ve tabii ki fiilen zarar vermemek kaydı ve şartı ile istediği fikri savunmakta özgür olmalıdır. "

Bu özgürlüğü kullanırken, mevcut yasaların veya anayasanın değişmesini, anayasadaki hükümlerin yanlışlığını, onların da değişmesini, hattâ "değiştirilmesi teklif bile edilemez" kaydını taşıyan hükümlerin de değiştirilmesini isteyebilir. Öyle ya, "zorla değiştirmeye" kalkımıyorum ki. Fikren, değişikliği tartışmaya açıyorum.

Lâfı, son günlerin en sıcak konu başlıklarından "laiklik" konusuna getireceğimi anladınız sanırım.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı bu özgürlükten vareste tutuyorum. Çünkü Prof. Erbaş, bulunduğu konum, üstlendiği görev itibarı ile, aklından her geçeni, ağzına her geleni savunamaz, söyleyemez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasası'na ve yasalarına bağlı kalması onların dışına çıkmaması ve hatta çıkanı da uyarması gereken bir konumdadır. Bir bürokrattır. Devlet'in bir bürokratı. O yüzden, öyle bir özgürlüğü yoktur. Üniformasını yani resmi bir giysi gibi taşıdığı cüppesini (gerçi elindeki kılıç o giysinin bir parçası değil ama.. Onu başka yerde tartışırız) çıkarıp sadece bir vatandaş haline geldiğinde, bu özgürlüğü o da sahip olabilir.

Diyanet Başkanı "Laiklik ilkesi yanlıştır. Olmamalıdır. Allah inancını ticaretten, siyasetten ve adaletten uzak tutmak gerektiğini söyleyip ortalığı ayağa kaldırıyorlar" diyerek açıkça Anayasa'ya aykırı bir görüş savunmuştur. Devlet memuru kimliği ile çelişen bir tavırdır

Ancak...

Eski AKP milletvekili ve Star Gazetesi yazarı Resul Tosun ya da "resmi bir unvanı" olmayan bir politikacı, gazeteci veya herhangi bir meslek mensubu için durum farklıdır.

Demokrasi, insanların herhangi bir konuda herhangi "aykırı" bir görüşü savunabildikleri rejimdir. "Aykırı" derken, anayasa veya yasalara "aykırı" olabileceğine de dikkat çekmek istiyorum. Şiddete başvurmamak kaydı ile mevcut Anayasa ve yasaların değişmesi ve bunların metinlerindeki yanlışlıklara dikkat çekme anlamında her şey savunulabilir.

Evet... "Değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek" maddeler bile tartışabilir.

Neticede, birileri darbe yaparak yani silah zoru ile anayasaları ilga edebiliyor, yerine yeni anayasa yapabiliyor, bunu da yine silah zoruyla (şaibeli referandumlarla) halka onaylatabiliyorsa ve bundan dolayı ceza görmüyorsa (geçmişin darbecileri bunu hep yapmadılar mı?), "Fiiliyata geçmediği müddetçe" bu tür değişiklikleri savunmak niye suç olsun ki?

Bu saydıklarım, evresnel demokratik ilkeler.

Ama, Türkiye söz konusu olduğunda, ortada şöyle ciddi bir sorun var.

Resul Tosun ve hattâ yapmaması gerektiği halde bir kamu görevlisi (Ali Erbaş) bunları savunabilme hakkını kendinde görüyor ve başlarına bir şey gelmiyor. Lâkin, anayasa ve yasa ihlali anlamına gelmeyen sıradan herhangi bir talebi dile getiren, bu talebi dile getirirken iktidarla aynı görüşü paylaşmayan, yani çelişen-çatışan birilerine aynı özgürlük tanınmıyor.

Misal, 3 tane (yazı ile üç) ergen öğrenci, ellerine "Parasız eğitim istiyoruz" yazılı bir pankart alıp herhangi bir yerde (belki de seslerini bile çıkarmadan) durup gösteri yapsalar, 3 tane işçi, "Sömürüye son. Ücretlerimize zam istiyoruz" dese, Devlet tüm gücü ile (sırasında 333 polislik bir kuvvet ile) bunların tepesine biner mi binmez mi?

Bırakınız 3 tane ergen öğrenciyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bir sayın üyesi, halkın seçtiği bir parlamenter yasama ve kürsü dokunulmazlığını kullanarak herhangi bir aykırı görüşü dillendirmeye çalışsa, iktidar partisi sıralarından "koçerolar" (en ünlülerini siz gayet iyi tanıyorsunuz) anında kolları sıvayıp linç etmek üzere kürsüye saldırırlar mı saldırmazlar mı? Örneklerini görmedik mi?

Demem o ki, "Laiklik" konulu tartışmalarda aldığımız tavır nedeniyle, ne "Resul Tosun'un ifade özgürlüğüne, ne dine, ne ibadete, ne örtünmeye ne de başka bir şeye karşı" çıkmış oluyoruz. Tam tersine, yukarıda da açık ve net biçimde ifade ettiğim üzere, bu insanların bunları savunabilme hakkına sonuna kadar saygılıyım.

Lakin, ben de onların hoşuna gitmeyecek ya da muktedirin görüşlerine aykırı (üstelik de yasalara ve anayasa aykırı olmasa dahi) şeyleri söyleyebilmeli ve talep edebilmeliyim değil mi?

Linç yemeden?

Sopa yemeden?

Kurşun yemeden?

Hüküm giymeden?

Var mısınız?

Biliyorum.

Yoksunuz.

O yüzden...

Kimse bana kalkıp da "demo......" filan demesin.

Ona da bir tarafımla (misal: dirseğimle) gülerim.