BIST 100 9.693 DOLAR 32,50 EURO 34,69 ALTIN 2.499,53
14° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Fragman

Bu yazı, asla bir "felaket tellallığı" yazısı değildir.

Tam tersine, başımıza gelen felaketlerden yola çıkarak, doğanın bize vermeye çalıştığı mesajı "tercüme" etmeye çalışma çabasıdır. Daha doğrusu, bu "tercüme"yi yapmaya bizden daha yetkin olan bilim insanlarının uyarılarına daha fazla kulak vermeye bir çağrıdır.

Klasik bir uyarı cümlesi vardır ya:

"Doğa bize ne anlatmak istiyor?" diye. Her türlü felaketi – afeti yaşadığımızda, bu cümleyi sık sık kurarız. Ama sadece kurmakla kalır. Oraya, masanın üzerine bırakır gideriz. Bir dahaki afetin analizini yapmak üzere tekrar o masaya geri dönene kadar da, normal yaşamımıza devam ederiz. Aslında bizim o "normal yaşam" dediğimiz süreçte de, doğa kendi dinamikleri içinde "normal yaşamını" sürdürmekte ve almadığımız önlemlerin karşılığında, bize "bir sonraki mesajını" hazırlamaktadır.

Şöyle bir benzetme yapmak gerekirse:

Doğa bize sık sık uyarıcı nitelikte "kamu spotları", ya da bir sonraki bölümün "Fragman"larını hazırlayıp yollamaktadır.

İşin ilginci, biz (yani insanoğlu) de bu "kamu spotlarını" olağanüstü bir ilgiyle izleyip, TV ekranlarında ve basın toplantılarında olağanüstü uzun ve ayrıntılı (afet haberleri şeklinde) yer verip, iş bitip enkaz kaldırılıp çamur yığınları, kül yığınları temizlendikten sonra, yine o "fragman kaydını" masanın üzerine bırakıp gitmeyi adet edinmişiz.

Son haftalarda birbiri ardısıra meydana gelen felaketleri, böyle değerlendirir ve farklı bir yol izlemeye çalışırsak, bu işi kavramaya "ufak da olsa bir adım" atmış sayılabiliriz.

Felaketlerin sıklığını, "uhrevi güçlere inananlar" farklı yorumlayabilirler. Ben onlardan değilim. Sıklığın nedeni, tarihsel ve iklimsel istatistiklerin biraraya gelmesi ve "sıklık eğrilerinin" kesişmesi olduğunu söylüyor bilim insanları. Yani büyük sel felaketlerinin, deprem felaketlerinin ya da yangınların bu kadar peş peşe gelmiş olması, o "sıklık eğrilerinin bir örtüşmesi" olarak algılanabilir.

Ama bütün bunların ötesinde, hepsinin "sıklık aralığının - derecesinin" artmış olması, bizi asıl endişelendirmesi gereken bir durumdur.

Neden?

Çünkü, artık iklimsel faktörlere bağlı olarak daha fazla sel felaketi ve daha fazla orman yangını görmeye başladık. Sadece bizim yaşadığımız topraklarda değil, ABD'nin, Avustralya'nın ya da Güney Avrupa'nın pek çok yerinde orman yangınları, mevsiminde çok büyük hasarlar vermeye başladı. Yine sel felaketleri, dünyanın "su akan" her yerinde yıkıp geçmeye başladı. İngiltere'sinden Amerika'sına kadar. Her yerde.

Depremler deseniz aynı şekilde. En son Elazığ-Malatya ve İzmir depremlerini yaşadık. Görece (bereket ki) hafif atlattık sayılır. "Hafif" sıfatı ile, oralarda yaşanan ve yüzlerce insanın hayatını kaybettiği acıları küçümsediğim zannedilmesin. Kastım, "gelmekte olan – geleceği kesin olan" (belki siz bu yazıyı okurken – belki ben daha siteye yollamadan önce) büyük depremlerin, en başta da "Büyük İstanbul Depremi"nin vermesi olası hasarın boyutu ile kıyaslayarak, "daha vahimine karşı uyarı" yapmaktır.

Bir insanın hayatı, bir tek evin bile içinde yaşayanların üzerine yıkılması ve hayatların kararması, elbette tek başına bile "Büyük bir facia" sayılır. Ama yaklaşan (en kötüsü de ne kadar yakında olduğunu bilemediğimiz" İstanbul Depremi'nde kayıpların "Yüzbinlerce insan canı, onbinlerce yapı (hane değil yapı)" olacağı düşünüldüğünde, en başta sözünü ettiğim o "Uyarıcı Fragman"ları daha da ciddiye almamız gerektiği ortadadır.

Doğa, inanılmaz bir çaba içinde.

Yanlış anlaşılmasın... Bu "çaba", insanlığa felaket yağdırma çabası değil, tam tersine "Bakın, benim dinamiklerimi anlamamaya devam ederseniz, başınıza neler geleceğini sizlere hatırlatmak istiyorum" çabasıdır.

1. Binalarınızı sağlam inşa edin. Çünkü gezegenin jeolojik özellikleri, sürekli bir oynaşma, kıpraşma, fokurdama, fıkırdama, patlama, kayma, esneme, genleme, sürtünme ya da başka yekillerde yer kabuğunu hareket ettirecek niteliktedir. Yer kabuğu sizin bugünkü hazırlıksız durumunuzdan daha güçlü biçimde hareket edeceği için yıkıma uğrayacaksınız.... diyor. Depreme bağlı Tsunami riskine karşı da gereken önlemleri alın. O "Blockbuster" Hollywod filmlerinde gördüğünüz tipten dalgalara karşı hazırlıklı olun.... diyor.

2. Su yollarına, dere – nehir yataklarına yerleşim birimleri kurma alışkanlığınızdan vazgeçin. Giderek daha güçlü biçimde göreceğiniz yağmurlar ve bunlara bağlı akarsu hareketliliği, bugün için "huzur içinde" oturabileceğinizi sandığınız yerleşimleri yııkp geçecektir. Benden söylemesi.... diyor.

3. Orman alanlarınızı daha bilinçli şekilde tanzim edin. İklimsel faktörler ya da insan eliyle yaşanabilecek yangınların daha hızlı yayılabileceğini düşünerek, bunları önlemek ya da yangın vukuunda söndürmek üzere daha iyi bir donanıma sahip olmanın yollarını arayın.... diyor.

4. Çılgın proje adı altında, elinizdeki maddi ve manevi kaynakları cinayet, ihanet ve felaket projelerine, Kanal İstanbul tarzı abukluklara harcamayın. Bedeli her anlamda sizler için ağır olur.... diyor.

5. Afet durumlarında, bunlarla başedebilecek bir hazırlık seviyesine getirin kendinizi... Bakın, yangınlarda nasıl çaresiz kaldığınızı, uçaksız, yetişmiş insan güçü olmadan, sıfır organizasyon seviyesi ile ele güne nasıl muhtaç olduğunuzu, üç gün sonra selde de bunu yaşadığınızı gördüm. Yarın depremde de aynı durumda kalacağınızı gördüm.. Acıdım... Uyanın artık... diyor.

Ve ne ilginçtir ki, bu uyarıları her yaptığında o kamu spotlarını (Fragman)'ları ne kadar ciddiyetle izliyorsak, bu fragmanların içeriğinde bize önerilen (aslında dayatılan) önlemleri almamakta ısrarcı görünüyoruz.

Doğa'ya ve onun uyarılarını doğru tercüme edip bizleri uyaran bilim insanlarına kulak verelim. O insanları TV haber bültenlerinde ya da tartıma programlarında "hatırlı konuklar" olarak ağırlayıp uğurladıktan sonra, söylediklerini unutmayalım. Devlet olarak da millet olarak da elimizden geleni yapmanın derdine düşelim.

Aksi takdirde (eski tabirle) "Kös dinler gibi" dinleyip, sağır kulaklarla birbirimizin suratına "aptal aptal" bakma huyumuzdan vazgeçelim.

Bedeli çok ağır.

Anlatmaya gerek yok.

Açın, gece gündüz bu gerçekleri oturma odalarınıza taşıyan KRT Haber bültenlerine bakın.

Göreceksiniz.