BIST 100 9.080 DOLAR 32,33 EURO 35,13 ALTIN 2.303,58
19° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Amerika’nın Dış Politikası: Uzlaşı mı, Çatışma mı Odaklı!

11 Eylül terör saldırısının ardından gelen Ocak 2002’de, gelenek hale gelmiş üzere Kongre’nin ortak oturumunda dönemin ABD Başkanı George W. Bush, “Birliğin Durumu” konuşmasını yapıyordu. Terörle mücadele, ana temaydı. Kitle imha silahına sahip ülkeler, tehdit algısındaydı. Ve Bush, Amerika’nın, bu ülkelerden algıladığı güvenlik tehdidini ve ortak düşmanın kim olduğunu vurgulamak için İran, Irak ve Kuzey Kore’yi “Şeytan Ekseni” olarak tanımladı.

Bugünün ABD Başkanı Joe Biden, 19 yıl aradan sonra - geçen hafta - Kongre ortak oturumunda konuşurken ise Bush’un şeytan ekseni tanımlamasını elbette kullanmadı ama kimleri “hasım” olarak algıladıklarına dair yeni duruşlarını netleştirdi. Irak haliyle listede yok. İran ve Kuzey Kore ise istikrarlı olarak yerlerini korumakta. Rusya ve Çin ise yeni eklendiler. Ki Bush zikretmemiş olsa dahi bu ülkeler Amerika’nın illa ki radarındaydı. Soğuk Savaş teknik olarak son bulduktan sonra Washington-Moskova ilişkileri kısa bir dönem için belki soluk almıştır ama karşılıklı güvensizlik ve rekabetleri her daim sürmekte.

Biden, “Amerika, geri geldi” diyor. “Hangi Amerika”, “nereye ve ne yapmak için” geldi gibi sorular sormaya başladığınızda ise işler belirsizleşebiliyor. Biden, insan hakları ve demokrasi konusunda özel bir vurgu yapmakta. Nasıl ki Bush yönetimi Irak’ı işgal ettiğinde bölgeye demokrasi domino taşı gibi yayılacaktı, Biden da bu sefer dünyanın otokratlaşmasına karşı demokrasi ve insan hakları kartını çıkartıyor.

Amerikan demokrasisinin, işlevselliğini koruduğunu kanıtladığı takdirde önemli bir yol alacaklarını söylüyor. 4 trilyona yakın bir bütçe sunumunda altyapı ve eğitime yapacağı yatırımlarla da Amerika’yı yeniden şahlandıracağını savunuyor.

Biden, işbaşı yaptıktan sonraki ilk 100 gün içinde 100 milyon korona aşısı sözü vermişken bu sürede 220milyon aşı tedarik ettiğini ve 16 yaş üstü herkesin aşıya erişimi olduğunu gururla aktardı konuşmasında. Ancak şu var ki aşı üreticilerinin neredeyse tamamı bu başarıyı sağlamak için seferber olmuşa benziyor. Amerika aşı bolluğu yaşarken, dünyanın geri kalanında ise aşı tedariğinde ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Trump dediğinde herkes çok irkiliyordu ama “Önce Amerika” şiarı tam da böyle bir şey oluyor.

Dünya Sağlık Örgütü ise Amerika başta olmak üzere gelişmiş ülkelere – aşıları üreten firmaların patent haklarını kaldırmaları yönünde – siyasi ağırlıklarını koymaları çağrısında bulunuyor. Mantık, basit. Hindistan’da olduğu gibi virüs mutasyonlarla daha tehlikeli bir hale bürünebildiğini kanıtladı. Aşıların patent hakları kalkarsa, dünyanın çeşitli noktalarında daha fazla aşı üretebilme imkanı ortaya çıkacak ve daha fazla insan daha hızlı şekilde aşılanabilecek. Virüsün doğurabileceği başka mutasyonların da önüne geçilmiş olacak.

Biden’ın koronavirüs salgınıyla mücadelede baş danışmanı Dr. Anthony Fauci, bu yaklaşımı destekliyor. Beyaz Saray ekibi ise hala tereddütte. Halbuki insan haklarını öncelik eden bir ekibin hiç şüphe duymadan bu fikre onay vermesini beklemek gerekir. Ancak siyaset ve çıkarlar, söylemlerin romantikliğinden farklı çalışmakta. Dünyamızın, farklı senaryolarla, farklı hikayelerle ve farklı yerlerde bu açmazı çok defa deneyimlediği ortada.

Kimse, idealist bir dünya yaratma çabasında değil; hatta neyin oluşmakta olduğu da koca bir meçhul ve fakat Amerika’ya karşı biriken tepkiden daha önce benzeri görülmemiş çıkışlar dikkat çekmekte.

Kuzey Kore, Biden’ın, ülkelerine yönelik düşmanca politikayı uygulamaya devam etme niyetini açıkça ifade etmesinin “çok vahim bir durum” olduğunu belirtti. Kuzey Kore Dışişleri Bakanlığı üst düzey yetkilisi Kwon Jong Gun, "Amerikan başkanı, büyük bir hata yaptı. Kuzey Kore’ye karşı politikaları netleşti. İlgili önlemler için baskı yapmaya mecbur kalacağız ve zamanla ABD kendisini çok vahim bir durumda bulacak," dedi.

Bu arada Amerika sadece Dedeağaç’ta değil aynı zamanda Güney Çin denizinde de askeri tatbikatlar yapmakta. Japonya, Amerika ve Fransa ile birlikte deniz ve kara kuvvetlerinin de dahil olduğu bir askeri tatbikata 11 – 17 Mayıs arası ev sahipliği yapacak. Mesaj, ağırlıklı, Beijing’e yönelik...

Çin, Biden’ın açıklamalarından çok etkilenmişe benzemiyor. Hem ticari açıdan, hem inovasyon ve teknoloji açısından meydan okuduğu ortada. Dahası, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin, "diğer ülkeleri, birinin demokratik sistemini kabul etmeye zorlamanın ... yalnızca bölünmeler yaratacağı, gerginliği artıracağı ve istikrarı baltalayacağı" konusunda uyardı ve Amerika ile diğer tüm alanlarda girişilebilecek bir rekabetin, “ölümüne bir düello değil, bir atletizm yarışı” gibi olması gerektiğini vurguladı.

Amerika daha önce alışık olmadığı şekilde sanki bu güçlerden karşılık işitiyor gibi. Ki Amerikan istihbarat raporları, bu bahsi geçen dört ülkenin Amerika’nın dünya siyasetine yön vermedeki gücünün zayıfladığı üzerinden hareket ettiklerini tespit etmişler. Amerika, dünya siyasetinin şeklini belirlemedeki ezici gücünü kaybetti diyorlar.

Rusya için de benzeri bir tespiti İngiltere’nin Ankara’daki eski büyükelçilerinden ve fakat bugün İngiliz istihbaratı MI6’nın başı Richard Moore yapmış. "Rusya, ekonomik ve demografik olarak gerilemekte olan bir güç,” demiş yenilerde bir İngiliz radyo yayınında yaptığı açıklamada. Putin’in, muhalif lider Navalny olayında da çok itibar kaybettiğine vurgu yapmış. Biden’ın tam da duymak istediği bir haber.

İran ise ortaya karışık. Yaptığı konuşmada hasımları ile gerektiğinde işbirliği yapabileceğini vurgulayan Biden, İran’la nükleer anlaşmaya geri dönmek istiyor. Bu hafta sonu çıkan haberlere bakarsanız Viyana’daki görüşmelerde de belli bir yol kat edilmişe benziyor. İran, siyasi tutukluların takası üzerine bir mutabakata varıldığını ve Trump’ın anlaşmadan tek taraflı çıkışı ardından İran’a uygulanan yaptırımlar kapsamında bloke edilen 7milyar doları da serbest bırakılabileceğini belirtti. Washington, haberi yalanladı. Yine de ABD-İran arasında diyalog ilerledikçe, İsrail’le, İran’a karşıtlık üzerinden inşa edilen İbrahimi Anlaşmaları anlamsızlaşacak; Amerika’nın niyeti ve hedefleri üzerine bölge ülkelerinin kafası bir kez daha karışacak. İsrail’in bu denklemdeki yerinin de ayrıca düşünülmesi gereken başka bir açmaz olduğunu vurgulamak gerek.

En nihayetinde Biden’ın Erdoğan’la yıldızı tutacak gibi değil, ancak başı çok daha büyük dertte. Amerika, kendi bildiği hegemon güç oranında kendini kurtarma çabasında. Ve bunun artık pek mümkün olamadığını görüyor. Yine de sahayı zorluyor. Batı müttefikleri kısmen birlikte hareket ediyorlar, kısmen de ayrışıyorlar. Yoksa Fransa’nın Güney Çin denizinde işi ne. Elbette Amerika’nın güvenlik tehdit algısına belli ki onlar da katılıyor. Velhasıl bu gelişmeler nasıl ilerleyecek belli olmaz.

Bugün için ters gözüken her şey Ankara için yarın acayip fırsatlar yaratabilir. Ankara da malum bir tek Erdoğan’dan değil, daha başka siyasi aktörlerden ve koca bir bürokrasiden de oluşmakta. Bu dönemi, kimin nasıl yönettiğine odaklanmaya çalışmak sonu tahmin etmekten daha isabetli olacaktır kanaatindeyim. Zira Erdoğan’ı, Türkiye’nin tamamı olarak görmek en büyük illüzyondur.

- - - - - - -