BIST 100 9.722 DOLAR 32,57 EURO 34,93 ALTIN 2.426,78
18° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Silahlar kadar tehlikeli

Kamuoyu, mafya reisi Peker’in tweet’leri nedeniyle kim bilir kaçıncı kez, şu “kayıp silahlar” meselesini konuşmaya başladı. Aslında, ruhsatsız silah temin edebilmenin ve kullanabilmenin bu kadar kolay ve yaygın olduğu, üstelik “pompalı av tüfeği” benzeri silahları satın alabilmek (yani adam öldürebilmek) için ruhsat muhsat da gerekmediğini bilenler için bunun çok büyük bir anlamı olmadığını da hatırlayalım.

Sokakları adeta “Texas”a dönmüş bir ülkede yaşadığımızı yeni öğrenmiyoruz. İki adımda bir, belinde ya da arabasının “zulasında” bir öldürücü alet taşıyanlarla aynı ortamda nefes alıp veriyoruz. Belki de, her an o “alet”lerden birinin namlusundan çıkacak kurşuna hedef olma riski ile yaşıyarak.

Tabii ki, burada endişe etmemizi gerektiren ilave faktör, bu “Kayıp” denilen silahlar mevzuunu tartışırken, bunun bizzat Devlet gücünü elinde bulunduran siyasi hareketin bilgisi ve takdiri ile “yandaşlarına-taraftarlarına-teşkilatına dağıtılmış olduğu” iddiası.

Elbette ciddiye alınmalı.

Elbette, bu inisiyatifin arkasında “Barışçıl ve demokratik haklarını kullanmak isteyen, hatta en temel anlamda itirazını, protestosunu, muhalefetini yazılı ya da sözlü dile getirmek isteyenlere karşı ‘Resmi’ güvenlik güçleri ile yetinmeyip, paramiliter, gayrı resmi, merdivenaltı, yasadışı örgütlenmeleri de sevk etme amacı” bulunduğunu hesaba katmalı.

Ancak, 107,000’in üzerinde olduğu iddia edilen bu “Kayıtdışı silahlar” meselesinden daha elim ve daha vahim bir olguyu da unutmamak gerek. Faşizan yönetimin, “itirazı, muhalefeti, hoşnutsuzluğu” bastırmak için kullandığı “yasal ve hatta hukuki görünümlü şiddet”in, bir ateşli silahın namlusundan çıkacak mermi kadar öldürücü olmasını kastediyorum.

Meselâ, 700’üncü haftalık buluşmalarını gerçekleştirmek isteyen Cumartesi Anneleri’nin üzerine tüm şiddetiyle giden Devlet’in, insanları yaka paça saçlarından sürükleyerek içeri atmalarını ve hâlâ yargılıyor olmalarını kastediyorum.

Meselâ, Somalı, Ermenekli madencilerin en temel haklarını, emeklerinin karşılığını alamadıkları için yaptıkları eylemin, “her görüldüğü yerde” acımasız şiddetle bastırılmasını ve hattha mahkemelerde sürüm sürüm süründürülmelerinden söz ediyorum.

Meselâ, HES’lere (Hidro Elektrik Santralı) ve JES’lere (Jeotermal Elektrik Santralı), taş ocaklarına karşı mücadele eden köylülerin toplandıkları her yerde, ses getirdikleri her eylemde karşılarına dikiyen jandarmanın şiddetini de görelim diyorum.

Meselâ, her grev girişimini, her toplu sözleşme ve hattâ sendikalaşma mücadelesini resmi-gayrı resmi şiddetle bastırmak isteyen patronların Devlet’le el ele uyguladığı baskı, zulüm ve şiddeti kastediyorum.

Meselâ, kadına (ve diğer – erkekten farklı – tüm cinsel yönelimleri olanlara) karşı, taciz, tecavüz, işkence, cinayet ve her türlü ayrımcılığa karşı protesto eylemlerinde zuhur eden resmi Devlet şiddetine dikkat çekiyorum.

Meselâ, Üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerkliğine, öğrencilerin birer robot, birer “eşya” birer emir eri olarak görülmelerine, akademisyenlerin birer “sıradan devlet memuru” muamelesi görmelerine karşı eylem yapanlara yönelik acımasız muameleyi de unutmayın diyorum.

Meselâ, İstanbul Güngören Tozkoparan’daki örnekte görüldüğü üzere, insanların “Kentsel dönüşüm” adı altında, zorla evlerinden yuvalarından atılmalarını protesto etmek için seslerini çıkardıklarında en ağır şiddete maruz bırakılmalarını örnek veriyorum.

Meselâ, Adıyaman’da yabancı tütün tekellerinin istekleri doğrultusunda üç beş dönüm tarlalarını koruyabilmek adına itiraz eden çiftçilerin haklı taleplerinin boğulmak istenmesini kastediyorum.

Meselâ, halkın en temel hakkı olan haber alma ve bilgilenme hakkının sağlanması için gecesini göndüzüne katarak çalışan yazılı ve görsel medyanın fedakar emekçilerine hem alanda haber toplarken, hem de kağıt üzerinde bürokratik ve yasal sistemi kullanarak uygulanan baskıları da hesaba katmak gerek diyorum. Muhabire uygulanan fiziksel şiddet kadar, Basın İlan Kurumu’ndan RTÜK’üne ve Basın Savcılıklarına kadar Devlet’in her türlü baskı aracının kullanılmasına da iyi bakın, diyorum.

Yani… Bütün bu saydıklarım ve benzeri baskıların da, en az “Bir gün bir yerde halka karşı ateşlenmesi muhtemel” o “kayıp silahlar” kadar öldürücü-ölümcül işlevi olduğunu anlamak gerek.

Demokrasi ile Faşizm arasındaki o uzlaşmaz çelişkinin ve o yüzlerce yıllık tarihi mücadelenin “Faşizm” tarafındaki araç-gereçleri, sadece “ateşli, uzun ya da kısa namlulu silahlar”la sınırlı değildir.

Kendileri, bir twitter mesajına, bir satır yazı içeren pankarta, bir makaleye, bir kitaba, meydanda veya salonda atılan bir slogana bile “ölümcül silah” muamelesi yapan faşistler, Devlet’in vatandaşlar arasında adaleti ve hukuku koruma amaçlı olarak kendi envanterinde bulunan milyonlarca “Resmi- Beylik Silahı” bile yeterli görmeyerek, yandaşlarına el altından silah dağıtıyor olabilir.

Ama, bunun kadar önemli olan şey, “zihinlerdeki faşist ve demokrasi düşmanı zehrin” öldürücülüğüdür.

Onu da, çıkarılan her bir kanun ya da kararnamede, her mahkeme kararında, her idari işlemde, her yasakta görebilmek mümkündür.

Mücadelemizi, her anlamda “Faşist silahlanmaya” karşı bütüncül olarak görmek gerekir.

- -