BIST 100 9.719 DOLAR 32,54 EURO 34,82 ALTIN 2.429,37
22° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Zirve nedir? Niye yapılır?

Ülke liderleri (ya da heyetler arasında yapılan görüşmeler söz konusu olduğunda liderlikleri) hem karşılıklı ziyaretlerde hem de çoklu toplantılarda (AB, NATO, G-20, BM Genel Kurulu, Arap Birliği vs.) başbaşa verip çeşitli konuları çözmek üzere masaya oturabilirler.

Hele ki, aralarında çözüm bekleyen çok sayıda sorun maddesi bulunan ülkelerin liderlerinin bu görüşmeleri daha da önemli buluşmalardır. Ama, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ’nın son yıllarda katıldığı bu tür “zirve” toplantılarının mahiyeti, geleneksel biçim ve içeriklerin dışına taşmış ve bambaşka bir görünüm kazanmıştır.

Bir kere, Recep Tayyip Erdoğan’ın adı geçen her zirve öncesinde ülkemiz medyasında, uzunca bir süre “Görüşecek – görüşmeyecek - kabul edecek - kabul etmeyecek – gerçekleşecek –gerçekleşmeyecek - razı olacak - razı olmayacak - uzun sürecek -kısa sürecek” tartışmalarına dönüştürülüyor. Bu tartışmalar üzerinden, adeta bir siyasi hesap görülmesi ve bir siyasi rant devşirilmesi de söz konusu oluyor.

Sonuçta iktidar propaganda birimleri, yukarıda saydığım ihtimaller listesi üzerinden, “Bakın, gördünüz mü? Görüşme gerçekleşti… Hani olmayacak diyordunuz? Şiştiniz mi şimdi?” gibi ilkel bir böbürlenme içine giriyorlar. Yine, zirvenin görüşme süresi üzerinden, çocukça bir “Bakın, 20 dakika sürecek diyordunuz. Ne oldu? Bozum oldunuz değil mi? 70 dakika sürdü işte. Çatlayın patlayın” muhabbeti yapılıyor.

Dünyanın başka ülkelerinin başka liderlerinin böyle ucuz muhabbetler içine girip girmediklerini gerçekten merak ediyorum. Bu şekilde hem görüşmenin muhatabı olan öteki ülke liderliği hem de kendi kamuoyu önünde itibarı zedelenmez mi insanın? “İnsanın” diyorum, aslında o insan nezdinde o makamın ve dolayısıyla o ülkenin saygınlığına zarar gelmez mi?

Son Roma Zirvesi de bu özetlediğim durumun vahim ve hazin bir örneği olarak da tarihe geçmiştir.

Üstelik, zirvede konuşulan veya konuşulmayan konular, bu konularda ne gibi ilerlemeler sağlanabildiği ya da sağlanamadığı, ne gibi sözler verildiği, ne kadar kazanım elde edilebildiği gibi konular, hep bu abuk “itiş kakışın” ve çocukça “nispetleşmenin” gölgesinde kalmıştır.

F-35 / F-16 konusunda ne kadar yol alınmıştır? Hiç…

Çünkü Başkan Biden “Konuyu Kongre’ye havale edeceğim. Bakalım ne olur?” diyerek ustaca bir “topu taca atma” pratiği sergilemiştir.

Doğu Akdeniz’de yaşanan uluslararası itiş kakış ve bu çerçevede Türkiye’nin (hem kendi hataları hem de farklı ittifaklar nedeniyle) içine düşürüldüğü yalnızlık konusu gündeme gelmiş midir? Tam olarak bilmiyoruz. Çünkü Beyaz Saray açıklamasında “konuşuldu” denildiği halde, T.C. Cumhurbaşkanı “konuşulmadı” diyerek kafaları karıştırmıştır. (En kibar ifade ile) “Biri doğruyu söylemiyor” dedirtecek bir siyasi bulmaca ortadadır.

Suriye (PKK’ya ABD desteği) ve Libya konularında somut nasıl bir ilerleme sağlanmış ya da umut belirmiştir? Bunu da bilmiyoruz.

Ankara’da yaşanan ve iki ülke arasındaki en “taze kriz” niteliğindeki “ABD önderliğindeki 10 ülke büyükelçilerinin Kavala çıkışı” konusunun masaya geldiğini Beyaz Saray (insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygı vurgusu) bildirisinde beyan etmiş, ancak R.T. Erdoğan bu konuya basın toplantısında hiç değinmemiştir. Yandaş-Yalaka-Yağcı-Yalancı-Besleme “Şahsım Medyası” da bunu sor(a)mayınca, konu karanlıkta kalmıştır.

Yukarıda saydıklarıma ek olarak, zirvelerde son zamanlarda giderek daha da rahatsız edici bir hale dönüşen “resmi tercüman bulunmaması” uygulaması da, konuların karanlıkta kalmasına vahim nitelikli bir katkıda bulunmaktadır.

Bütün bunlara bir de Glasgow COP26 iklim zirvesine, (tam da Türkiye Paris Anlaşmasına taze taze imza koymuş bir ülke olarak katılacakken) gidilmeme kararı alınması eklenince, Türkiye Cumhuriyeti liderliğinin “zirve” denen önemli bir “diplomatik aracın” kullanımını kavrama seviyesi iyice ortaya çıkmıştır. Diplomatik araç tabirini özellikle kullanıyorum, çünkü kilitlenmiş sorunların aşılması için önemli ve ender yakalanabilen fırsatlardır, “en tepedekilerin” kafa kafaya vermeleri.

Bence, uluslararası ilişkiler eğitimi veren yüksek öğretim kurumlarının müfredatında önemli bir “ders – konu” başlığı olmayı hak edecek bir dosyadır bu:

“Zirveler” ya da (İngilizce eğitim veren kurumlarda) “Summits. Do’s and Don’ts” diye okutulabilir. Faydalı da olabilir.

“Ülkenin itibarı” denen şeyin (Glasgow’a gidilmeme gerekçesi olarak) “şu kadar araçlık konvoya bu kadar korumaya izin verildi – verilmedi” tartışmasına – pazarlığına indirgenmesi meselesine hiç girmiyorum bile. O, apayrı bir yazı konusu olur.

Benim ya da ülkemin itibarı ile ne ilgisi varsa?