BIST 100 10.209 DOLAR 32,39 EURO 34,78 ALTIN 2.397,74
13° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

AK Partili Ensarioğlu ilk kez açıkladı: Öcalan’ın mektubunu öpüp başlarına koydular, sonra fırlattılar

Zübeyde Sarı’nın sunduğu “Hafıza” programında, Kürt sorunu, çözüm süreci ve yerel seçimler gündemlerine dair açıklamalarda bulunan Ensarioğlu, Öcalan’ın çözüm sürecindeki ilk mektubuna Kandil’in vermiş olduğu tepki, İran’ın çözüm sürecinin sona ermesindeki rolü, Demirtaş’ın çözüm süreci ve sonrasındaki tutumuna dair ilk kez duyacağınız yanıtlar verdi.

ZÜBEYDE SARI – KRT ANKARA

AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, gündem yaratacak açıklamalarda bulundu.

Ensarioğlu, 2013 yılında çözüm sürecinin başlarında Öcalan’ın örgüte yazmış olduğu mektupla ilgili doğrudan muhataplarından duyduğu ayrıntıyı “Öcalan’ın mektubunu öpüp başlarına koydular, sonra fırlattılar” sözleriyle duyurdu.

Çözüm süreci devam ederken, PKK ve TSK arasında herhangi bir çatışma ihtimaline karşı yasayla valiliklere yetki verildiğini de ilk kez açıklayan Ensarioğlu, sürecin bitmesinde ise İran’ın ‘telkinlerinin’ etkili olduğunu söyledi.

Demirtaş’ı da sert sözlerle eleştiren Ensarioğlu, çözüm sürecinin bitmesinde Demirtaş’ın da etkisinin olduğunu, “darbeyi planlayan güç Selahattin bey’in kulağına bir şey fısıldandı” iddiasıyla dile getirdi.

Öcalan’ın çözüm sürecine “inanan ve savunan tek taraf” olduğunu belirten Ensarioğlu, 2019 seçimleri öncesinde Öcalan’ın göndermiş olduğu mektubun neden avukatları tarafından kamuoyuna açıklanmadığını ve perde arkasını ilk kez açıkladı: “Kandil müsaade etmedi, süreç devam ederken Demirtaş ‘bağrımıza taş basacağız’ twiti attı.”

“Demirtaş’ın sembolik lider olmak” istediğini de ifade eden Ensarioğlu, bu konuda Demirtaş’ın mahkemede yapmış olduğu son savunmalarına işaret etti.

Ensarioğlu’nun Başak Demirtaş’ın adaylık çıkışı değerlendirmesi ise “Başak Demirtaş'ın çıktığı gün İmamoğlu meselesi kapanmıştır” şeklinde oldu.

Ensarioğlu’na yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:

“Çözüm süreci” doğru bir adım mıydı? Neden böylesi bir sürece ihtiyaç duyulmuştu?

Türkiye, kırk yıla yakın çatışmalı bir süreci yaşadı. Bu tür sorunları bir tek yaşayan biz değiliz. Dünyada İspanya'dan İrlanda'ya, Güney Amerika'dan Kuzey Afrika'ya, Asya'da bazı ülkelere kadar birçok ülkede benzer çatışmalar yaşandı. Daha sonra ülkeler çatışmasızlık süreci deneyimlerini kurguladılar. Türkiye de bütün bu dünya deneyimlerini göz önünde bulundurarak benzer bir süreci başlattı. Tabii bu tür süreçler çok riskli süreçlerdir. Zaten bunu başlatan Sayın Erdoğan ve AK Parti hükümeti, o dönem tehlikenin de ne kadar büyük bir risk aldığının da farkındaydı. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı o zaman “bu baldıran zehri olsa da, siyasi hayatıma mal olsa da ben bunu yapacağım” demişti.

Çünkü bir taraftan Kürt sorunu olarak kabul ettiğimiz sorun bir resmi devlet politikası olarak; işte dilini yasaklamışsın, kültürünü kimliğini yasaklamışsın, kendini ifade etmesine müsaade etmemişsin. Bununla ilgili de asimilasyon ve birçok baskı yaşamış toplum. Türkiye'nin kendi en önemli iç meselesi ve bu sorununu çözmesi lazımdı.

AK Parti, Türkiye'nin çözülemeyen sorunlarını çözmek, Türkiye'de vesayet sistemini ortadan kaldırmak, milletin iradesini hakim kılmak gibi bir misyon üstlendi. Türkiye'nin en önemli meseleleri Kürt sorunu, Alevilik meselesi, Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi. Bütün bu sorunlara dair ciddi adımlar attı.

2005’te de hatırlanacaktır; Tayyip Erdoğan, Diyarbakır ziyaretinde “Kürt sorunu vardır benim sorunumdur, devletler yanlış yapabilir. Bu sorunu ben çözeceğim” dedi. O çözümden sonra dil ve kimlik önündeki engellerin kaldırılmasıyla ilgili yüzlerce yasal düzenleme yaptık. Yaptık ama Kürt sorununun yarattığı bir şiddet sorunu vardı. Ve o şiddet sorunu da bir şekilde çözülmek zorundaydı. Hep söylenen şuydu; barışçıl bir yöntem niye denenmiyor? Yani tamam pişmanlık yasası, eve dönüş yasası gibi birçok yasalar denendi. Olmadı, kimse dönmedi, gelmedi.

Aslında barışçıl yöntemden önerirse çözülür. Kimse buna cesaret etmedi. AK Parti ve Tayyip Erdoğan buna cesaret etti ve böyle bir yöntemi başlattı.

Peki, neden bitti aslında karşılıklı bir suçlama var. Sizin bakış açınızla çözüm süreci neden bitti? Süreci başlattığını belirttiğiniz Erdoğan’ın deyimiyle “Neden buzdolabına kaldırıldı?”

Buzdolabına kaldırılmadı Bir kere onu düzelteyim çözüm süreci bitti. Öldü. Yani buzdolabına kaldırmak ayrı şeydir. Çözüm süreci denendi. Sona doğru da gelindi ve bitti. Bizatihi örgüt bitirdi.

‘BİZAHİTİ KENDİM DUYDUM, ÖCALAN’IN MEKTUBUNU ÖPÜP BAŞLARINA KOYDULAR, SONRA FIRLATTILAR’

Ama diğer tarafta hükümetin bitirdiğini savunuyor. Bu biraz daha açar mısınız? Örgüt nasıl bitirdi?

İlk günden beri, PKK bunu istemedi. Örgüt, “Öcalan'ın iradesine karşıyım” diyemez. Ama ilk mektubu götüren heyet; İmralı’dan alınan ilk mektubu Selahattin Demirtaş'ın da içinde olduğu heyet götürüp Kandil’de KCK yöneticilerine verdi. Bizatihi onların ağzından dinlediğim için söylüyorum. Önce mektubu alıp öpüp başlarına koydular. Selamını aldılar. Sonra mektubu açıp baktıktan sonra da fırlattılar masaya. “Böyle şey olmaz” dediler. “Biz bunu saha komutanlarımıza kabul ettiremeyiz. Bizim tarihimizdeki en güçlü olduğumuz anda biz niye çözüm süreci yapacakmışız?” dediler. Baştan bir reddediş oldu. Örgüt, baştan bunu kabul etmedi. Fakat Öcalan'ın iradesine direkt karşı çıkmak, bu örgütün yapısında yok. Karşı çıkmıyormuş gibi görünüp, Öcalan’ı boşa çıkardılar, süreci boşa çıkardılar, sürekli bitirmek için bahane aradılar.

ENSARİOĞLU İLK KEZ AÇIKLADI: VALİLİKLERE HANGİ YETKİ VERİLDİ?

Kronolojik olarak bakacak olursa Öcalan'ın mektubundan sonra ilk şeyi silahlı güçlerin ülke dışına çıkmasıydı. Bu talimatı da verdi. Örgüt direndi. “Biz işte silahlarımız da çıkarsak ne olur? Provokasyon olur, operasyon olur, yolda çatışma çıkar.” Aslında çıkmak istemiyorlardı. Daha sonra sayın Cumhurbaşkanı, “silahlarıyla çıksınlar” dedi. Normalde silahları bırakmaları lazımdı, silahları gömmeleri gerekiyordu. Örgüt çok direnince süreci tıkayan olmasın diye Sayın Cumhurbaşkanı'nın “silahlarıyla çıkıp gitsinler” dedi. Daha sonra Meclis’te bir yasa çıkarıldı. Operasyon yetkisi direkt valilere verildi. Çünkü bu bir siyasi iradeydi. Siyasi iradenin emriyle bu sürecin yürütülmesi gerekiyordu. Hepimizin bildiği gibi; bu ülkede “Ergenekoncu”, FETÖ’cü” gladyocu askerler vardı. Yani zaten yıllarca bu işin sebebi de buydu. Yolda provokasyon olabilirdi. O yüzden yasa çıkarıldı. Bu meseleyle ilgili operasyon yetkisi direk valilere verildi. Normalde asker, silahıyla geçip çıkan adamı gördüğü zaman müdahale edip operasyon yapar ve süreç biter. Ama validen izin alması gerekiyordu. Valilere yetki verildi. Geri çekilme süreci devam ederken aradan iki ay geçti ve geri çekilme durdu. O zaman benim sahadan haberim olduğu için ben de milletvekiliyim. Bir televizyon programında dedim ki; bu işi yürüten taraflara sesleniyorum. Geri çekilme süreci durmuştur. Örgüt bu konuda samimi değil, yüzde on beş civarında elemanını ülke dışına çıkardı. Ülke dışına çıkardığı yerler de Karadeniz, Dersim eyaleti ve Amanoslar’dır. Yani örgütün zaten tutunamadığı yerler, zayiat verdiği ve tutunamadığı yerlerden geri çekildi. Bir de hasta ve problemli örgüt elemanlarını geri çektiler. Örgüt her şeye rağmen aslında direniyordu.

‘ÇÖZÜM SÜRECİNDE PARALEL DEVLET YAPILANMASI KURULDU’

Çözüm sürecinin başarıya ulaşması bizim için önemliydi. Ben de bunu savunanlardan biriyim. Sahada öyle olmadığını görüyorum. Çözüm sürecini yürüten her iki tarafa da seslendim. Örgüt üyelerinin sosyal siyasal hayata entegrasyonu düşünülürken, bu süreç bunun için kurgulanmışken örgüt eş zamanlı olarak YDG-H diye bir yeni yapılanma kurduğunu ilan etti. Bu yeni bir şehir yapılanmasıydı. Siz, bir taraftan sekiz bin kişilik silahlı gücü tasfiye edeceğiniz süreçte bunu kuruyorsunuz. Bu bir kere çözüm sürecinin iklimini bozar, zehirler dedim. Yeni bir yapı kuruyor. Bu yapı yüz binleri geçer. Kurmayı planladığı yapı asayiş birimi, kimlik kontrolü yapıyor ve bunu özellikle sosyal medyada yayınlıyor. Mahkemeler kurmuş, vergi daireleri kurmuş. Bütün iş adamlarının hepsinden vergi alınıyor, paralel devlet yapılanması kurmuşlar. Bu bir kere çözüm sürecini bozmaktır, zehirlemektir. Örgüt iyi niyetli olsaydı, böyle bir yapıyı çözüm süreci başladıktan sonra kurmazdı.

‘SÜRECİN BİTİRİLMESİ İÇİN İRAN’IN ÖRGÜTE TELKİNLERİ OLDU’

O süreçte Kandil’in bütün yönetim kadrosu Iran tarafına taşındı. İran gizli servisiyle de o dönemde bir anlaşma yaptı. PJAK'ın faaliyetlerine son verdi. Örgütle İran'ın açık bir şekilde protokolü var. Kandil'in İran tarafında korunaklı yerlerde Iran istihbaratının denetiminde örgüt faaliyetlerini bir küsür yıldır sürdürüyor. Çözüm sürecinin bozulmasıyla ilgili de İran gizli servisinin de bu anlamda müdahalesi, telkinleri var.

‘DARBEYİ PLANLAYAN GÜÇ SELAHATTİN BEY’İN KULAĞINA BİR ŞEY FISILDANDI’

Bir taraftan İran'ın bu anlamdaki müdahalesi ve telkinleri diğer taraftan da yani HDP'nin başında o zaman Selahattin Demirtaş vardı. Selahattin Bey'in birileri kulağına bir şey fısıldadı. Selahattin Bey, Öcalan'ın söyledikleri veyahut da çözüm sürecinin ruhuna uygun davranmak yerine Kandil’in telkinleri, İran'ın telkinleri ve başka uluslararası güçlerin olduğunu da biz o dönemlerde hep duyuyor ve biliyorduk. Selahattin Bey'in kulağına da birileri bir şey fısıldadı; ‘Ya siz bu süreci bozun. Sizin içinde biz bir şeyleri düşünüyoruz. Biz bu Erdoğan'ı devireceğiz’ ki o dönemden darbeye kadar giden açık bir süreci hepimizi izledik. O darbeyi planlayan güç bunların kulağına da fısıldayan güçtü.

Yani aslında Selahattin Demirtaş'ın da sürecinin bitmesinde etkili olduğunu mu söylüyorsunuz?

Selahattin bey şimdi içeride. Selahattin Bey'in sempatik bir tarafı var, şarkı söyler, espri yapar, iyi bir siyasetçidir, iyi bir beyindir. Ama o süreçte bir şeylerin büyüsüne kapıldı. Kandil'in telkinleri ve “biz Erdoğan'ı ve AK Parti'yi ortadan kaldıracağız” diyenlerin tavsiyelerine inandı diyelim.

Yani en sonunda resmi olarak “biz bu işi bitirdik” diye açıklamaları var.

Sürekli aslında karşı tarafın eksikliklerini ve çözüm sürecinin başarısızlığa uğraması için neredeyse ellerinden geleni yaptıklarını söylüyorsunuz. Peki sizce iktidar kanadının bu süreçte bir eksik ya da bir hatası yok muydu?

Vardı; Ortadoğu’da, Suriye'de ve Irak'ta gelişmeler var. Suriye'deki ve Irak'taki gelişmeler bu çözüm sürecini bozar, zehirler. Hazır örgüt, Öcalan, kamuoyu ve herkes bu işe ikna olmuşken bu işi çok hızlı yürütmek gerekirdi. Biz bu işi daha hızlı yürütmeliydik. Tabii ki taraflar, bu işi yürütürken herkes kendince elini güçlendirmek ister, daha fazlasını almak, daha azını vermek ister, karşılıklı böyle bir şeyler oldu. Bu tür süreçler böyle yürür. Ama Türkiye ne İspanya'ydı ne İrlanda'ydı ne Güney Amerika’ydı ne Kuzey Afrika'ydı.

‘SÜRECE İNANAN VE SAVUNAN SADECE ÖCALAN VE HALKTI’

Anlattıklarınızdan yola çıkarak şu sonuç mu çıkıyor; karşı tarafta sürece inanan ve samimi olan bir tek Öcalan mıydı?

İnanan ve savunan Öcalan’dı. Öcalan devletin elinde bir kere, Öcalan'ın teknik olarak oradan çıkması zor. O yüzden farklı hesapları olamazdı artık. Bir şeyi çözerek tarihe geçmeye çalışıyordu. Ama dışarıdakilerin hesabı farklıydı. Sadece Öcalan değil. Halk istiyordu çözümü. Çözüm sürecini bu halk çok istedi. Çözüm sürecini kimin bitirdiğini de gördü. Hendekleri kimin kazdığını gördü. Hendeklerde Selahattin Demirtaş'ın ve HDP'nin tavrını gördü. O yüzden halk inancını yitirdi. Halk savaş ölüm istemiyor. Halk daha fazla demokrasi istiyor, daha fazla özgürlük istiyor, huzur istiyor. Savaş istemiyor, kan istemiyor, ölüm istemiyor ve çocuklarını dağa göndermiyor.

YENİ BİR SÜREÇ BAŞLAYACAK MI?

Tüm röportajlarınızda “devlet Öcalan’la görüşüyor” diyorsunuz. Devlet Öcalan’la görüşüyor mu? Görüşüyorsa neden görüşüyor? Bu görüşmeleri yeni bir sürecin başlamasının zorunluluğu olarak mı okumak gerekiyor?

Öcalan hapiste. Yani gardiyanın kendisi de devlettir. Cezaevi müdürünün kendisi de devlettir. Veyahut da devletin istihbarat birimleri gider görüşür, bu böyledir. Her zaman görüşür. Ya ben bunu söylemek istedim, yoksa hani bir yeni süreç kurgulamak için falan görüşüyor anlamında bir şey söylemedim. Yeniden bir şey kurgulanabilir mi? Bunu konuşabiliriz ancak örgüt Türkiye'deki silahlı varlığına son verdiğini açıklamadan, bununla ilgili de gereğini yapmadan, devleti inandırmadan, yeni bir süreci hiç kimse kurgulayamaz, başlatamaz.

‘DEMİRTAŞ SABOTE ETTİ’

Aslında HDP cephesinden dönem dönem yeni bir sürecin başlayabilmesi için kimi başlıklar dile getiriliyor. Bu başlıklardan birisi de “Kobani Davası’ ki Selahattin Demirtaş’ın da tutukluluğu bu kapsamda sürüyor. Neredeyse karar aşamasına gelen davada Demirtaş, geçtiğimiz günlerde kapsamlı bir savunma yaptı. Muhtemelen okumuşsunuzdur takip etmişsinizdir. Demirtaş'ın bu savunmasını siz nasıl okuyorsunuz?

Bunu son cumhurbaşkanlığı seçimi, geçen mahalli seçim, bugünkü seçim, bütün bunların ışığında değerlendirmek zorundayız. Çözüm sürecindeki Selahattin Bey'in tavrı, bir taraftan “Yürü bay Kemal” diyen Selahattin Bey var. Diğer taraftan Öcalan'ın açıklamasının öbür gününde içeriden tweet atıp “bağrımıza taş basıp CHP'ye oy vereceğiz” diyen Demirtaş var. Yedi, sekiz yıldır cezaevinde ve HDP’yi içeriden, üzerinde bir vesayet varmış gibi, kendisi yönlendiriyor.

Bir taraftan Öcalan işte herkes adayıyla girsin dediği bir önceki yerel seçimde, kendisi “biz bağrımıza taş basıp CHP'ye oy vereceğiz” diyor. O şeyi bozuyor, sabote ediyor. Ardından cumhurbaşkanlığı sürecinde bir taraftan “ben aday olabilirdim. Aslında HDP kendi adayını çıkarmalıydı” diyor. Çünkü Kürtler veya HDP seçmeni bunu tartıştı; “niye Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal'e oy verdiniz” diye. Halbuki “yürü bay Kemal” diyen kendisiydi.

Demirtaş, partiyi yönetirken Kürtlerin menfaatine pazarlıklar yapmak yerine, marjinal solun hayalleri ve hevesleri iktidar karşıtlığı üzerinden, Erdoğan düşmanlığı üzerinden siyaset belirliyor. Çözüm sürecinde de aynı iradeyi gösteren, hendekler meselesinde irade gösteremeyip hendekleri savunan da kendisiydi. O yüzden millet onu çok daha sonra savunmadı.

‘DEMİRTAŞ SEMBOLİK LİDER OLMAK İSTİYOR’

Şimdi bu Selahattin Demirtaş bir yol ayrımda. Dışarıda ona karşı ciddi bir sempati birikmiş, mağduriyeti var. Yeni bir aktör olabilir mi Kürtler için? Yeni bir lider? Bağımsız bir aktör olabilir mi? Şimdi işte sembolik bir aktör diyelim ki o kesim için Öcalan'dır. Öcalan'a alternatif, yaşlandı. Öcalan'ın fikirleri de artık şey görmüyor. Dışarı da Kandil de güç odaklarında karşılık görmüyor. O topladığı sempati ve mağduriyet, HDP'ye yönelik eleştirileri... Bütün bunları iyi bir şekilde değerlendirip, “yeni bir liderlik, yeni bir sembol yaratabilir miyim, bir pozisyon çıkarabilir miyim?” düşüncesinde. Bu son mahkemesinde savunması aslında sokaktaki Kürtlerin duymak istediği, beklediği ve hoşuna giden şeyler. Suriye'deki Kürdün de hoşuna giden, Irak'taki Kürdün de aslında hoşuna giden, İran’daki Kürdün da hoşuna giden şeyler. Biraz daha Kürt ulusalcı söylemlerle çıktı. Yani o marjinal sola partiyi peşkeş çeken Selahattin Demirtaş'tan şimdi sokaktaki kürdün eleştirilerine kulak veren ve sadece Türkiye'deki değil bütün Kürtlerin hoşuna gidecek daha Kürt ulusal milliyetçi anlayışına sempatik gelecek ve buradan da bir liderlik sembol oluşturabilecek bir liderlik çıkarabilecek bir hamleydi. Çok mu karmaşık söyledim?

Acaba doğru anladım mı diye şöyle bir özet geçeyim; Demirtaş son savunmasıyla birlikte Öcalan'ın alternatif mi olmak istiyor?

Bir kere fikir, zihniyet, yönetim, anlayışta bir makas değişikliği. Ve bu makas değişikliğinden de yeni bir lider yaratma çabası. Zemini var çünkü. Yani Selahattin Bey'in zemini var şu anda.

Selahattin Demirtaş ile birlikte kamuoyu bir süredir Başak Demirtaş'ı konuşmaya başladı. İstanbul büyükşehir Belediye Başkanlığı için “partim isterse aday olurum” dedi. Aslında ben bu açıklamanın DEM Parti açısından sürpriz olduğunu düşünüyorum. Siz nasıl okuyorsunuz bu çıkışı?

Bu önemli bir çıkıştır. Rastgele bir çıkış değil. Başak Hanımefendi siyasetçi değil, siyasetçi eşidir. Eşi, iyi bir siyasetçi, kendisi siyasetçi değil? Ama önemli bir sembolik isimdir. Bazen bazı seçimler, bazı şeyler ve sembolik isimler üzerinden de yürüyebilir. Eşini ziyaret etti aklına geldi, orada sohbet ettiler, ya bir başvur. Durumu değil. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kazanmayacağını herkes biliyor. Amacı belediye başkanı olmaksa Diyarbakır Belediye Başkanı da olabilirdi. Daha iyi de oy alırdı. Amaç belediye başkanı olmak değil.

‘BAKIRHAN’IN AÇIKLAMALARI MAKUL VE DOĞRU AÇIKLAMALAR’

Sizce nedir o amaç?

Çok net; bunun iki amacı olabilir. Benim hiçbirinden haberim yok, bilgi sahibi değilim ama hani okuyabilen biriyim. Bu, ya CHP ile devam eden pazarlıklar İstanbul'un üç ilçesini istemişler; Esenyurt, Adalar ve bir ilçe daha. Bunu artık eskisi gibi gizli saklı bizden utanarak saklayarak yapmıyorlar. Çünkü artık taban bu işe çok bozuluyor ve kendi onuruna dokunuyor. Biz de bir siyasi partiyiz, bizimle açık pazarlık yapılsın, açık konuşulsun, açık protokol yapılsın. Bakırhan'ın söylemleri de aslında tabanın hoşuna giden, tabanın beklediği söylemlerdi. Doğru bir siyaset izledi. Hiçbir şey almadan, CHP'ye destek veya bütün siyasetini Erdoğan düşmanlığı üzerine kurgulanmış bir HDP neyi amaçlıyor? Bunun bir amacı yok. Şimdi Kürtlerin talebi bu değil, Kürtlerin derdi bu değil. Bakırhan, genel başkanı olduktan sonraki yaptığı açıklamalar çok makul ve doğru açıklamalardı.

‘BAŞAK DEMİRTAŞ'IN ÇIKTIĞI GÜN İMAMOĞLU MESELESİ KAPANMIŞTIR’

Başak Demirtaş en fazla İstanbul'dan oy alabilecek isimdir. Selahattin Bey içeride, halkın ona duyduğu sempati ve mağduriyetten dolayı oy verecektir. En iyi oyu da onunla alır. Bu CHP’ye, “Siz bize üç ilçeyi vermezseniz İstanbul Büyükşehir'i de unutun” demektir. Çünkü Başak Demirtaş'ın çıktığı gün İmamoğlu meselesi kapanmıştır. Açık ara farkla AK Parti alır.

Ya bu pazarlıkta eli güçlendirmek için söylenen bir şeydir ya da normal bir siyasi parti gibi davranalım. Bağımsız bir siyasi parti gibi davranalım. Başkası yerine dayak yemeyelim demektir.

‘KANDİL MÜSAADE ETMEDİ, SÜREÇ DEVAM EDERKEN DEMİRTAŞ TWİT ATTI’

Konu İstanbul seçimlerinde açılmışken, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul yine kritikti. Hatta o günlerde Öcalan’ın okunan mektubu da hala tartışılan bir konu… Sizce bu mektup dikkate mi alınmadı?

Orada Öcalan, “bütün her yerde kendi kimliğinizle kendi adaylarınızda çıkın” dedi. Avukatlarına mektup verdi. Avukatları alır, normalde basın açıklaması yaparlar. Ama daha öncesinden bir Kandil’e gönderirler. Kandil’den müsaade edildiği kadar açıklama yaparlar. Kandil müsaade etmedi ve açıklama yapılmadı. Yani Öcalan'ın o mektubu kamuoyuna avukatlar tarafından Kandil müsaade etmediği için açıklanmadı. Sonra kardeşini çağırdı. Kardeşi ziyarete gitti. Aynı şeyleri kardeşine söyledi. Kardeşi de çok net ifade edemedi. Yani anladığı kadarıyla bir şeyler ifade etti. Edemedi, tam anlaşılmadı. Bu süreç devam ederken Selahattin içeriden tweet attı; eş zamanlı olarak, “bağrımıza taş basacağız İstanbul’da CHP'nin adaylarına oy vereceğiz.” Süreç böyle devam etti. Daha sonra da bir akademisyen kendine görev edindi. Çıktı bir açıklama yaptı. Açıklamanın şekli, yapanı, zamanı itibariyle AK Parti'ye zarar verdi bu defa.