BIST 100 10.277 DOLAR 32,32 EURO 34,83 ALTIN 2.397,76
9° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Alman merkez sağ siyasetinde ırkçılık hegemonyası

Alman merkez sağ siyasetinde ırkçılık hegemonyası

Konuk yazar Özgür Çoban, "Alman merkez sağ siyasetinde ırkçılık hegemonyası" başlıklı yazısıyla KRT'de.

Özgür Çoban

Avrupa'da merkez sağ ve sol siyasetin aşırı sağcılarla ya da diğer bir deyişle neofaşistlerle ortaklaşmayı, onlarla bir arada görünmeyi reddettiği dönem sona erdi. Yaşlı kıtada, bir zamanlar özellikle geleneksel merkez sağın, Avrupa şüphecisi popülistlerden ve yabancı düşmanlarından kesin çizgilerle ayrıldığı bir süreçten bahsetmek mümkün. Örneğin, Almanya örneği üzerinden düşünürsek Angela Merkel gibi bir Hristiyan demokratın Almanya için Alternatif'in (AfD) önde gelen neonazilerinden olan Alice Weidel ya da Björn Höcke ile herhangi bir ortaklığı mümkün olmazdı ama bu dönem bitti. Avrupa'da oyunu artık aşırı sağcılar kuruyor. Merkez siyasetin sağında ve solunda bulunan partiler aşırı sağcılarla mücadele etmek yerine onlarla faşistlik yarışına girmeyi tercih ediyorlar. Örneğin, Avrupa'nın herhangi bir ülkesindeki herhangi bir sosyal demokrat milletvekilinden aşırı sağcı bir söylem işitebiliyorsunuz. Artık yeni normal bu maalesef.

Bu yıl haziran ayında yapılması planlanan, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri yaklaşırken, muhafazakâr partiler ile faşist/aşırı sağ, vatandaşların; göç, hayat pahalılığı, yeşil dönüşüm ve toplumsal cinsiyet çeşitliliğine ilişkin öfke ve kaygılarını yağmalamak için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Bu yarış sırasında neofaşiştler ile muhafazakârlar arasındaki politik sınır giderek belirsizleşiyor. Bu yolla neofaşistler ile iş birliğine karşı oluşturulan, uzun zamandır var olan "güvenlik duvarı" yerel ve ulusal düzeyden başlayarak hızla parçalanıyor. Örneğin, Alman Hristiyan demokratların lideri Friedrich Merz, halka hitap ettiği bir konuşmada, "Almanlar diş hekimlerinde randevu bulamamaktan şikayetçi. Tüm randevular mültecilere veriliyormuş" diyebiliyor. Tüm bu olan biten, faşist söylemlerin merkez siyasete yerleşmesi ve normalleşmesi dışında bir şeye hizmet etmiyor. Faşistleşerek oy toplamaya çalışan merkez siyaset partileri, insanların saygısını ve güvenini kaybediyor. Klişe sözdür, "Taklitler sadece asıllarını yaşatır..."

Öte yandan, merkez siyasetin daha da sağcılaşması ya da aşırı sağcı hareketlerin güç kazanması bir şeye daha yarıyor. Neofaşistler giderek yürekleniyor ve cüret kazanıyor. Halkın kendilerini desteklediklerini ve onayladıklarını düşünüyorlar. Günlük ırkçılıktan bahsediyorum. Örneğin, uzmanlar AfD'nin seçim başarıları ile nefret suçu arasında doğrudan bir etkileşim görüyor.
Irkçı şiddete ilişkin faaliyet gösteren Mağdurlar İçin Danışma Merkezi (Ezra) Proje Yöneticisi Franz Zobel, Almanya'nın birçok bölgesinde mültecilerin her gün ırkçı zorbalığa maruz kaldığını ifade ediyor. Konuyu örneklerle somutlaştıran Zobel, neonazilerin oldukça güçlü olduğu Thüringen eyaletinin bazı kentlerinde, durakta sadece göçmenlerin beklediğini gören otobüs şoförlerinin durmadan devam ettiğini, mültecileri inmek istedikleri durakta bırakmadıklarını ya da otobüste onlara hakaret ettiklerini anlatıyor. AfD benzeri neonazi partilerinin güçlü olduğu bölgelerde ırkçı tutumların artık siyasetin kenarında yer alan bir olgu olmadığını aksine ana akım haline geldiğini vurgulayan Zobel, "AfD'nin seçim başarıları ile ırkçı tehditlerin ve şiddetin yaygınlaşması arasındaki etkileşime" dikkat çekiyor. ABD'deki Princeton Üniversitesi'nde görev yapan Siyaset Bilimci Rafaela Dancygier de bu konuya ilişkin olarak, "Saldırganlar, kendi toplumlarından destek alacaklarını zannettiklerinde nefret suçları artıyor" tespitinde bulunuyor. Irkçı şiddetin artması ile neonazi partisi AfD'nin yükselişindeki parallelik oldukça dikkat çekici doğrusu.

Sonuç olarak, yukarıdaki paragrafta otobüs şoförleri üzerinden verdiğimiz örnekler, konunun vahametinin anlaşılması açısından oldukça önemli. Almanya gibi yerleşik kültüre içkin ırkçılığın oldukça canlı ve güçlü olduğu ülkelerde, "burada demokrasi var" romantizmini hızlıca bırakıp, bir an önce meseleye kalıcı çözümler üretilmesine odaklanılması gerekiyor. Bu çözümleri üretmenin yolu hükümetin yaptığı gibi ırkçılıkla mücadele eden kurum ve kuruluşların bütçesini azaltmaktan değil tam aksine bunları güçlendirmek ve iş birliği yapmaktan geçiyor.