Iki yıl önce kanser hastalarının nasıl yaşamaları, nasıl beslenmelerini anlattığı ‘’Kanser Bitti! Ya Şimdi?’’ adlı kitabıyla büyük beğeni toplayan Dr. Tayfun Hancılar’ın yeni kıtabı “Doktordan Az Kullanılmış” raflardaki yerini aldı. Yazarlarımızdan Anıl Kurtuldu kitabında mutluluğun sağlık üzerinde ne denli önemli olduğunu vurgulayan Tayfun Hancılar ile bir araya gelerek merak ettiklerini sordu.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1987 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunuyum. 1991’de ihtisasımı aynı yerde tamamladım. 2 yıl Fransa’da stereotaktik radyoterapi yani bilinen adıyla “Nokta Atış Radyoterapi” üzerine üst ihtisas yaptım. 22 yıl Okmeydanı Eğitim Hastanesi’nde görev yaptıktan sonra özel sektöre geçtim ve farklı hastanelerde görev yaptım.
Onkoloji, daha öğrencilik yıllarımda hayalimdi. Tüm öğrencilerin “Nasılsa geçemeyiz” diye korkudan sınavlarına girmediği, çok disiplinli ama Hematoloji alanında dünya çapında bir hocamız vardı; Prof. Dr. Asuman Müftüoğlu. Daha 4. sınıftayken klinikte herkesin destur almadan konuşmaya korktuğu Asuman hocaya gidip “Ben ders harici sizinle gönüllü çalışabilir miyim?” dediğimde hoca kısa bir şok yaşamış ve “İlk defa böyle bir teklif aldım doktor bey, elbette” demişti. Hematoloji ve onkoloji konusunda bana inanılmaz faydası olmuştur Asuman Hoca’nın, Allah rahmet eylesin. İhtisasa başladığım 1987 yılından beri onkoloji hala aynı heyecanla yaptığım ve hala çok sevdiğim bir meslektir.
1987 yılında aynı zamanda müziğe de başladım. Yani en sevdiğim ikinci mesleğe. Önce Yavuz Top hocamızla Türk Halk Müziği, daha sonra Timur Selçuk hocamızla Batı Müziği. 150’ye yakın konser verdim. Birçok şarkı yazdım, kimi zaman bas gitarımla, kimi zamanda solist olarak sahnede yer aldım.
2 yıl önce kanser hastalarının nasıl yaşamaları, nasıl beslenmelerini anlattığım ‘’Kanser Bitti! Ya Şimdi?’’ adlı kitabı yazdım. Kanser hastalarının yanı sıra sağlıklı yaşama önem veren herkese önemli bilgiler veren bir kitap oldu.
Ağustos 2023’de mutluluğun sağlık üzerinde ne denli önemi olduğunu bildiğim için, okuyanları bir günlüğüne de olsa gülümseteceğine inandığım “Doktordan Az Kullanılmış” kitabını yazdım. Moral bozukluğu hissedildiğinde “acil” olarak okunması gereken bir kitap

"Doktordan Az Kullanılmış" kitabınızın ilginç bir başlığı var. Bu başlığı ve kitabın ana temasını daha fazla açar mısınız? Sizi bu konuyu ele almaya yönlendiren nedir?
Günümüzde maalesef doktor-hasta yakını ilişkileri bildiğiniz gibi çok olumsuz olaylara yol açtı. Ama bizim yıllarımız, uzun süre ciddi saygı ve hürmet ilişkisi ile geçti. Girdiğimiz ortamlarda “hocam” hitabı içten bir saygıyı barındırırdı. Söylediğimiz her şey ciddiye alınır, güvenilirdi. Çoğunlukla sohbet “hocam ya benim sağ yanımda bir ağrı var” diye sürse de doktor saygın bir yere sahipti. O yüzden birçok ilanda “Doktordan Az Kullanılmış” cümlesi güven içeren bir cümleydi.
Bunun kıymetini Paris’te ihtisas yaparken anladım. Fransa’da hastaneye ilk gün girdiğimde çok havalıydım. Öyle ya Okmeydanı Hastanesi’nin önemli onkoloğu Paris’e gelmiş Sesimin hafif bariton olmasından faydalanarak “Ben doktor Tayfun, Türkiye’den geldim” dedim. Fransız sekreter Claudine saygıyla ayağa kalkarak ‘’Hocam hoş geldiniz’’ dedi, zannediyorsanız çok yanıldınız Claudine kafasını kaldırıp “Ee ne yapalım yani?” dedi. Ertesi gün sedye taşıyan Patrick bana “Doktor acil işim çıktı, şu sedyeyi yukarı götürsene” deyince anladım ki “Doktordan Az Kullanılmış” sadece Türkiye’de iş yapabilecek bir cümle.
O yüzden kitabın adını “Doktordan Az Kullanılmış” koydum. Kitap Fransa’da basılırsa adını değiştireceğim.
Yazma sürecindeki deneyimlerinizi paylaşır mısınız? Yazarken en büyük ilham kaynaklarınız nelerdi?
Benim kitap yazım sürecim de şarkı yazma sürecim de biraz sıradan. Öyle dağ başına bir eve çekilmek, efendime söyleyeyim, sonbaharda yaprakların döküldüğü küçük kır kasabasında şömine başında duygu seline kapılmak gibi şeyler olmuyor. Hafta içi hastanede oldukça yoğunum ama çıkar çıkmaz kendimi başka bir dünyaya atıyorum. Eğer tatildeysem ya da hasta yoğunluğum azsa hiçbir şey üretemiyorum. Çok yoğunsam çok koşuşturmaca içindeysem o denli sanatsal yaratıcılığım fazla oluyor. Özellikle gün içinde çok hasta demek, çok hikaye, çok daha fazla insan demek olduğu için onlardan etkileşim almak çok önemli. Akşamları da gün içi yaşanan her şey bazen kağıda bazen de notalara dökülüyor.
Doktor olmak büyük şans; sürekli farklı insanlar, farklı hikayeler yani hep insan ve insana ait öyküler. Sanırım farkında olmadan en çok onlardan etkileniyorum. Birçok insan sadece kendi sevinç ve üzüntülerini yaşarken ben her gün bambaşka duygular, sevinçler, üzüntüler görüyorum. Geriye sadece onları yazıya ya da notalara yazmak kalıyor. O da en basit iş…

Kitabınızda insanların hayatta ve ilişkilerinde gülümsemenin sihirli gücüne vurgu yapılıyor. Bu fikir sizin hayatınızda nasıl ortaya çıktı?
Evet gülümsemenin sihrine çok inanıyorum. Açıkçası siz gülümsüyorsanız mutlusunuz demektir. Mutluluğun da özellikle kalp damar hastalıklarında ne kadar faydalı olduğu bilimsel çalışmalarda gösterilmiş. Yani gülmek mutluluk, mutluluk da sağlık demek.
İlginçtir kanser hastalarında, uzun süre depresyon yaşayanlarda tedavi uyumu kötü olduğu için tedavi sonuçları daha başarısız oluyor. O yüzden ilk teşhis döneminde hastalarımı rahat bırakırım, haklı üzüntülerini yaşasınlar. Ama en kısa sürede üzüntülerini atıp kendilerine ve bana inanıp mücadeleye başlamaları için uğraşırım. Kısa süreli depresyon elbette doğaldır, kimse Pollyanna olmak zorunda değil. Ama hızlı bir şekilde depresyondan sıyrılıp mücadeleye başlamak tedavi başarısı için gereklidir. İşte bu yüzden gülümsemenin sihrine inanırım. Her ne kadar kanser yaşayanlarda bu kolay olmasa da.
Zaten “Doktordan Az Kullanılmış” kitabını yazarken hep onu düşündüm, okurken kısa süreli de olsa üzüntülerden uzaklaşıp yüzünüzde bir gülümseme yaratabilmek için.
"Doktordan Az Kullanılmış" kitabı, zorlu hayat şartlarına karşı mutlu olmayı seçmek konusunda ilham veren bir mesaj sunuyor. Sizin bu mesajı paylaşma amacınız nedir?
Açıkçası etrafımız kuşatılmış durumda Ekonomik sorunlar, açlık tehlikesi, giderek artan hastalıklar. Televizyonlarda haber seyredenlerin Allah yardımcısı olsun. İşin kötüsü arkadaş sohbetleri, WhatsApp grup yazışmaları bile çoğunlukla siyasi yorumlar ve sert ifadelerle dolu.
Elbette insanlar çok haklı, geleceğe dair bu kadar kuşku varken insanlara gülün eğlenin demek çok zor. Ama bu kadar stres ve gerilimle yaşamak çok zor, zaten bu da yaşamak değil. Dolayısıyla sorunları görmezden gelip her şey güllük gülistanlık yaşamak mümkün değil avuç avuç Prozac içmek lazım.
O yüzden benim yaşam anlayışımda sorunları görmezden gelmek değil, ben hallederim demek vardır. Önce nasıl aşacağıma bakarım. Çok uğraştım olmadı mı, yatar uyurum, “Sabah ola hayır ola” der ertesi gün ne yapabileceğime bakarım.
Hepimizin hayatında farklı farklı zorluklar oluyor, sürekli isyan etmek ağlayıp sızlanmak yerine mücadele etmek bence çok daha doğru. Bunu hastalarımla bire bir uygulamaya çalışıyorum. Düşünün kanser gibi bir teşhis konmuş, yani aşmanız gereken kocaman bir duvar var önünüzde.
O yüzden hastama şunu teklif ederim; istersen 24 saat evde oturup sürekli hastalığını düşün, perdeleri kapat, kimseyle görüşme, sürekli isyan et ya da sürekli hayatın içinde ol, insanlarla bir araya gel, mümkünse çalış, faal ol. Elbette duvar aynı duvar ama her gün biraz tırmanıp aşabiliriz ya da her gün önüne geçip “Ne kadar büyük” diye söyleniriz. İkinci yolu seçenler bu işi başaracak insanlardır, onlarla birlikte mücadele etmek elbette keyiflidir.
Bu sebeple kendim olabildiğince gülümsemeyi ve mutlu olmayı seçtim yani suyun yüzünde kalmayı. Önce ben suyun yüzünde olmalıyım ki başkalarını da yanıma çekebileyim. Eğer ben suyun üstünde kalamazsam kimseyi yanıma alamam.

Kitabınızda, bilimsel gerçeklerden yola çıkarak yaşam tecrübelerinizi ve deneyimlerinizi mizahi bir dille ele aldığınızı görüyoruz. Mizahın hayatta ve ilişkilerdeki önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz küçükken çok eğlenceli bir gün geçirmiş isek annem panik olurdu. “Çok güldük ağlamayız inşallah” derdi. Böyle büyüdük biz. En çok izlenen diziler, en çok ağlatan dizilerdir. Yıllar önce Şampiyon diye bir film vardı. Bir boksörün hayatı ve oğlu ile olan ilişkisini anlatan bir film. Filme gidenler ağlamaktan helak oluyorlar ve iki gün kendilerine gelemiyorlardı. Zaten ülkemiz bir alem, TV’de haber izle ya da gazete oku zaten kendine gelemezsin. Bir Türk ağlamak için neden film seyreder bilmem
Ben tercihimi her zaman Münir Özkul ve Adile Naşit’in büyük aile filmlerinden yana kullandım. Bol kahkaha ve dozunda bir hüzün anlatan sıcak filmler. Duygulandıran filmlere tamam ama acılar anlatan filmlerle hayatta işim olmaz.
O yüzden mizah içeren her şey beni mutlu eder, hayata bağlar. Zaten onkoloji doktoru olarak yeterince üzücü hikayeler duyuyorum, özel hayatımda elbette mizah olmalı, güzel aşklar, gülen insanlar. O yüzden favori dizim “Emily In Paris” dizisidir, canım sıkkınken hemen onu izlerim
Kitapta çok ilginç anekdotlar var, bu olaylar gerçekten yaşandı mı? En sevdiklerinizden birini kısaca anlatabilir misiniz?
Valla ben hatırladıklarımı yazdım ama elbette tatlı bir abartı koydum. Annem biraz sinirlendi tabii ki, “Beni insanlara nasıl anlatmışsın, ben böyle bir insan değilim” dedi
Elbette anlattıklarım gerçek ama olduğu gibi anlatmak tarihçilerin işi, mizah demek abartı demek. En sevdiğim anektod ikinci kitapta olacak, daha yazmadım ama umutluyum.
Bu kitapta en çok 80’li yılların solcu duygularını romantizmini anlatan “İstanbul’dan gelen adam” hikayesini severim. Hayatta yaşadığım en absürt olaylardan biridir. Ama o yıllardaki duygularımızı çocuksuluğu anlatması nedeniyle favorimdir.

Siz çok ciddi bir alan olan onkolojide yıllardır çalışıyorsunuz. Peki siz kendi sağlığınızı nasıl koruyorsunuz?
Ruh sağlığımı nasıl koruduğumu anlattım ama aynı başarıyı beden sağlığımda tam yapamıyorum maalesef. Herkese kilo almanın zararlarını anlatıyoruz ama Türk kasımı hala eritemedim.
Yıllar önce eski eşim, kızım Eylül’e hamile kaldığında çocuk anne karnında güzel beslensin diye bol kalorili besleyici gıdalar almasını sağladım. Ama kendini yalnız hissetmesin diye bende yedim. İkimiz de on iki kilo aldık. Ama o doğum yapıp 2 ay sonra tüm aldıklarını verdi. Ben veremedim. Doğum kilolarım bende kaldı maalesef
Ama kitaptaki başlıklardan biri “Doktorun dediğini yap ama gittiği yoldan gitme” malum
Hekimlerin genelde çok yönlü olduklarını biliriz. Siz de sanatla iç içesiniz, söz ve müziğini kendinizin yaptığı eserleriniz var. Daha önce de “Kanser Bitti! Ya Şimdi?” adlı bir kitap yazmıştınız. Kültür-sanata ve çok yönlülüğe bakış açınız nedir, sanat iyileştirir mi?
Sanat hastalıkları iyileştirmez elbette ama savaşmanızı kolaylaştırır. Kemoterapi esnasında sakinleştirici müzik dinlemenin tedaviyi kolaylaştırdığı saptanmış. Tedavisi biten hastaların sanatsal faaliyetlerde bulunması ruhsal açıdan onları daha sağlıklı kılmış.
Bunun en iyi örneği 4 yıl önce kanseri yenmiş 9 kadın hastamızla aynı sahnede 450 kişiye Türkçe Rock söylediğimiz konserdir. Hayatlarında hiç sahneye çıkmamış, yaşları 49-79 arası dokuz meme kanserli kadın gerek provalarda gerekse de sahnede kendi deyimleriyle hayallerinde bile yer almayacak mutluluk yaşadılar. Sanat hepimiz için iyidir.