BIST 100 10.125 DOLAR 32,38 EURO 34,71 ALTIN 2.407,18
17° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Duygu Sancar yazarlığa nasıl başladığını anlattı

Duygu Sancar yazarlığa nasıl başladığını anlattı

Duygu Sancar yazarlığa nasıl başladığını anlattı. Sancar yeni kitap çalışması 'Hemhal' hakkında merak edilen sorulara da yanıt verdi.

Yazar Duygu Sancar hakkındaki merak edilen sorulara yanıt verdi. Yazarlığı nasıl başladığını anlatan yazar Sancar, yeni kitap çalışması hakkında da konuştu.

İşte Duygu Sancar röportajı:

-Hemhâl ile edebiyat dünyasına adım attınız. Aslında oldukça farklı yönde bir kariyeriniz var. Neden yazıyorsunuz? Nedir sizi çeken?

Bu aslında yazmayla profesyonel veya amatör şekilde ilgilenen birçok kişinin cevabını aradığı bir soru sanırım. Latife Tekin ufacık bir parçadan bir dünya yaratmak için diyor mesela. Sıkıcı ve tekrarlar barındıran hayattan yeni ve heyecan verici bir şey oluşturmak oldukça çekici. Murat Gülsoy için ise bir düşünce biçimi yazmak. Bitmeyen bir öz araştırma.

Benim için çekici olansa öncelikle yazarken bir dünya yaratıyor olmak. Gerçek hayatın aksine zamana, olaylara müdahale edebilme yetisi insana içten içe bir tatmin sağlıyor bence.

Bilinçaltı veya bilinç düzeyinde tanıdığınız karakterleri kurmaca bir karakterde birleştirmek, olayları yeniden oldurmak, zamana müdahale etmek, bir nevi tanrıcılık oynamak. Ve elbette bunları yaparken o hiç bitmeyen dünyayı, hayatı anlama çabamıza katkı sağlamak diyebilirim.

Öte yandan yazmanın tedavi edici bir yönü de var bilindiği üzere. Günlükler tutmak insanın karışık zihnini toparlayarak olaylara daha doğru bir pencereden bakmasını sağlayabiliyor. Tabii bu tarz yazılar biraz iç dökme seansı gibi olabildiğinden kurmaca çalışmalarımla bunları karıştırmamaya özen gösteriyorum.

Duygu Sancar yazarlığa nasıl başladığını anlattı - Resim : 1

-Kendini bulan ve bunu saklamak istemeyenlerin romanı` Bu tanım Hemhal`i en iyi niteleyen ifadelerden… Bu hikayenin doğuşuna yani Yağız’ın hikayesinin başlangıç noktasına gidelim. Bu kurgunun doğuşu nasıl oldu? Fikir nasıl gelişti?

Çocukluğunuzdaki o ilk aşkınız ne zamandı diye sorsam, öyle gerçek bir ilişki değil de sınıftaki diğer arkadaşlarınızdan farklı bir yere koyduğunuz o çocuğu/kızı hatırlamanızı istesem muhtemelen ilkokul veya ortaokul çağları diye cevap verirsiniz. İçinizden gelen o hisleri kimse size dışarıdan empoze etmedi değil mi? Örneğin bir kız çocuğu olarak sınıftaki Ayşe’nin değil de Ahmet’in size çekici gelmesi kendiliğinden oluştu. Bu son derece doğal olan süreç elbette Yağızlar için de geçerli. Ama biz küçük yaşlardan beri onları bu içlerinden gelen doğal süreçle savaşmalarını gerektiren, kendilerinden şüpheye düşürecek bir baskıcı ortam yaratıyoruz. Toplumun baskılamadığı koşullarda bile insanın kimliğini bulması sancılı bir süreçken, Yağızlar için durum ne kadar zor siz tahmin edin! Ve belki de bu durumun bir sonucu olarak manidar da olsa oldukça hassas, çok yönlü, geniş bakış açılı, empati ve gözlem yetenekleri inanılmaz gelişmiş bireylere dönüşüyorlar. Yani başka bir deyişle özel insanlara… Dışarıdan bakınca genelde komik ve eğlenceli olan bu kişiler aslında içlerinde kırık bir kalp taşıyabiliyorlar. Hemhal’de de geçtiği üzere maalesef bu kırgınlıkların üzerine bir sünger çekerek hayatlarına devam etmeyi seçmek zorunda kalıyorlar. Verdikleri bu savaş beni çok etkiledi ve o insanların hissettiklerini ve yaşadıklarını daha çok anlamak istedim. Aileye açılmanın fazlaca anlam yüklenen ancak genelde sonu hüsranla biten bir süreç olduğunu da duyunca bu fikrin üzerinden bir hikâye oluşturmaya başladım.

-Gerçekten ne bekliyor bu kitapta okurları? Yağız’ın hayatı bizlere, topluma neler söylüyor?

Unutmayalım ki cinsel kimliği ve yöneliminden bağımsız olarak bir çocuğun ihtiyaç duyduğu en değerli şey sevgi ve güveni hissedebildiği bir aile ortamı. Ve kaç yaşına gelirsek gelelim ailemizin küçük çocuğu olmaya devam ediyoruz. Halbuki babalar bu durumu genelde yok sayıyor ve anneler ise babaların gölgesinde sağlıksız bir iletişim kurmaya çalışıyorlar. Eşcinsellerin toplum içindeki yerine girmek istemiyorum burada. Bu maalesef bazı kişilerin akıl dışı bir şekilde konuya yaklaştıkları bir sürece dönüştü son zamanlarda. Ancak sevdiğim bir söz var ki bu durumu bence çok güzel açıklıyor: ‘Bilimin en güzel yanı siz ona inanmasanız da gerçek olmasıdır.’ Bu da benzer bir mantık işte. İçten gelen o dinamikler bütün baskılara rağmen bir gün su yüzüne çıkacak. Hadi toplumu bir kenara koyalım ama insanın ailesinin kendisine sırtını dönmesi inanılmaz bir travma. Zaten aile dönüşmeye başlarsa günün birinde toplum da dönüşecektir diye umut ediyorum.

-"Benim çocuğum eşcinsel olduğunu söylese ne tepki verirdim?" sorusunu soruyorsunuz okura. Öte yandan olaylar genellikle Yağız’ın gözünden veriliyor. İlk kitaplarda yazarların kendi deneyimlerinden de fazlaca yararlandığını düşünürsek bir kadın yazar olarak bu konuyu seçmek zorlayıcı olmadı mı? Öte yandan aslında Türk toplumu için oldukça zor bir soru sorduruyor bu kitap. Bu hikaye ilk kitap için biraz iddialı değil mi?

İlerleyen zamanlarda fikrim değişir mi bilmiyorum ama kendi hayat hikayemi anlatmak gibi bir amacım bulunmuyor. O yüzden kendi gerçek deneyimlerimden yararlanmadım. Böyle olunca oto sansür ile de daha az mücadele etmek zorunda kalıyorum. Malum yazmak bilinç düzeyinde olduğu kadar çokça bilinç altında da şekillenen bir süreç. Öte yandan yazdıklarım elbette benim hayatımdan izler taşıyabilir sonuçta hayatı algılayış biçimim, kurmaya çalıştığım empati ile ortaya çıkıyor metinlerim. Zorlayıcılık kısmına gelirsek, bana sorular sorduran, düşünmediğim konular üzerine düşündüren kitapları seviyorum. Bir okur olarak okumak istediğim kitapları yazmaya çalışıyorum diyebilirim. Bu da tabii önemli bir ön çalışma gerektiriyor. Çünkü aslında dediğim gibi yazmak benim için biraz da farklı dünyaları tanımak demek olduğundan kimileri için zorlayıcı olan bu çabalar benim için sürecin standart bir parçası. Hemhal’deki yazma deneyimime gelecek olursam:

Evet çoğu insan kendi düşüncelerinden oluşan konfor alanından çıkmak istemiyor. Özellikle böylesine en açık görüşlü kişilerin bile koyu bir muhafazakara dönüştüğü bir konuda. Çünkü anlamak değişmeyi gerektiriyor. Değişim de sancılı bir süreç ve çaba istiyor. Toplum ise homojen bir yapı değil. Yani evet bir kısım bırakın konuşmayı düşünmek bile istemezken bir kısım anlaşılmayı bekliyor.

Benim için sürecin zorlayıcı olan kısmı tahminimden çok daha kötü bir vaziyetle karşılaşmam oldu. Bu konu hakkında yazmaya daha umut dolu başlamışken işin teknik süreci bir yana yaşanan deneyimler bakımından tahmin ettiğimden çok daha kötü bir tabloyla karşılaştım. Belki de insanın içindeki hep iyiyi umut etme yönelimi ile birlikte ailelerin günün birinde evlatlarını yeniden bağırlarına basacaklarını zannederken çoğunluğun hala bu konuya çok mesafeli olduğunu gördüm. Özellikle sosyo-ekonomik seviye yükseldikçe verilen tepkilerin artması beni epey şaşırttı. Oldukça açık bir dünya görüşüne sahip olan bireylerin bile bu konuda ne kadar kapalı olduklarını gördüm. Ama belki de en ikiyüzlü bulduğum yaklaşım şu ki komşunun oğlu/kızı için normal kabul edilen süreç konu kendi evlatları olunca bir felaket olarak algılanıyor. Maalesef daha gidilecek çok yolumuz var.

-Nasıl yazıyorsunuz? Belirli ritüelleriniz var mı? İlk eserini çıkarmaya hazırlanan genç yazarlara önerileriniz olabilir mi?

Bir kitap yazmak için bir kütüphane okumanız gerekir derler bilirsiniz. O yüzden benim için iyi yazabilmenin en büyük anahtarı okumak diye düşünüyorum. Zaten okumaya az zaman ayırdığım dönemlerde olumsuz etki hemen dilime yansıyor. Cümlelerim zenginliği kaybediyor. Metnin akıcılığı gidiyor. O yüzden en başa kesinlikle okumayı koyarım.

Öte yandan ben de aslında birçok iyi yazarın önerdiklerini uygulamaya çalışıyorum. Öncelikle ne yazacağını bilmesem de o yazı masasının başına oturuyorum. İlhamın gelmesini beklemeden yazmaya mesai harcıyorum. Başlar başlamaz harika metinler yazmayı beklemesem de, karaladıklarımı dinlendiriyorum. Zaman zaman geri dönüp tekrar üzerinden geçiyorum. Yaratıcılığımı tetiklemesi için gün aşırı on dakikalık egzersizler yapıyorum. Bir konu veya imge belirleyip o hakkında aklıma gelen her şeyi on dakika boyunca yazarak zihnime beyin fırtınası yaptırıyorum. Özellikle yazarken tıkandığım süreçlerde bu egzersizin faydasını gördüğümü söyleyebilirim. Öte yandan not alarak okumaya önem veriyorum. Yani bir okur gözünden değil işin mutfağını bilen birinin gözünden okuyorum. Yazar zamanı nasıl kullanmış, karakterlerde öne çıkan ne var, üslubunda öne çıkan bir detay var mı, hikayenin vuruculuğunu nerede, gizli imgeleri nerede vs.

Ve tüm bunları yaptıktan sonra, yani bilinç düzeyinden bunca alıştırmadan sonra elbette bilinçaltınız çalışmaya devam ediyor. Yani siz bilgisayarı kapatıp arkadaşlarınızla yemeğe çıktığınızda fikirler zihninizde arka planda dönmeye devam ediyor. İşte bazılarımızın ilham diye adlandırdığı bu detayları aklıma geldikçe defterlerime kaydediyorum. Bu anlamda günlük hayatıma sirayet eden bir yazma ritüeli elde etmiş oluyorum. Yapılacaklar listesi net ama bunun sürekliliğini sağlamak sanırım zorlayıcı olan.

Yazmayı seven ve ortaya bazı eserler çıkarmak isteyen kişilere ise önerim ise öncelikle yaratıcı yazarlık atölyeleriyle bu dünyayı tanımaya başlamaları olabilir. Elbette her işin olduğu gibi yazmanın da birtakım teknikleri var ama sizi daha iyi yazan biri yapacak olan tek şey bunları öğrendikten sonra yazmaya devam etmeniz. Yazdıkça zaten insan kendi sesini bulmaya başlıyor. Ama belki de en güzel yanı siz geliştikçe, değiştikçe, dönüştükçe yazdıklarınız da zenginleşiyor. Sonsuz ama keyifli bir yol.

-Yağız’ın hislerini, içsel çatışmalarını detaylı bir bilinç akışı tekniğiyle veriyorsunuz. Bu zaten oldukça zor bir teknik. Nasıl anlayıp, aktardınız? Bu bir araştırma, sorgulama ya da dinleme süreci çünkü baktığınızda. Sizi besleyen kaynak neydi?

Bilinç akışı tekniği zor olan ama bence okurun karakteri içselleştirmesi için en kısa yol. Gerçek hayatta karşımızdakinin zihninden geçenleri okumak gibi bir gücümüz olmadığından mı bilemiyorum ama duyguları bu şekilde aktarmak okura zengin bir deneyim sunuyor. Olan biteni tüm çıplaklığıyla gösteren metinlerdense bunları karakterlerin deneyimlerinin ardına gizleyen metinleri daha çok seviyorum. Sonuçta hayat da bize her şeyi açık seçik sunmuyor. Biz satır aralarından anlamaya çalışıyoruz. İçerik olarak ise araştırmalarımı iki aşamada ele almaya çalıştım. Bir yanda sürecin hep tartışılan biyolojik ve bilimsel yönlerini, diğper yanda ise maalesef çok da konuşulmayan psikolojik taraflarını. Bilimsel dayanaklar hikayemin gerçekçiliği için önemli olsa da beni asıl ilgilendiren ve heyecanlandıran tabii ki açılma hikayelerinin psikolojik yönüydü. Bu bağlamda yüzlerce açılma hikayesi okudum. Belgeseller izledim. (Özellikle Benim Çocuğum adlı belgeseli herkese öneririm.) Röportajlar yaptım. Belirtmeliyim ki memnuniyetle röportaj teklifimi kabul eden kişiler röportaj esnasında biraz zorlandılar. 10-15 senedir konuşmadıkları ve unutmak istedikleri anıları onlara hatırlatmak zorunda kaldım. Ama öte yandan onların dünyasında oldukça popüler bir tartışma olan ‘Aileye açılmak o hayal ettiğimiz dünyayı bize verecek mi?’ sorusuna bir başkasının da kafa yormasını değerli bulduklarını gördüm. Sonuçta anlaşılmak herkesin hoşuna gider. Ve her şey bir kenara yazmak zaten bence başlı başına bir empati süreci. Elbette yazdığınız hikâyeyi güçlendirecek bazı teknik detaylar olmalı ama ‘Bunu ben yaşasam ne hissederdim?’ sorusunu hep aklımda tuttum. Yazılanların bilgilendirici bir metinden çıkıp romana dönüşmesi için kilit nokta bence bu.

-İlk izlenimler nasıl kitapla ilgili?

Öncelikle büyük bir çoğunluk kitabı bir iki gün içinde bitirdiğini söylüyor. Sabahtan başlayıp öğlene bitirenleri bile gördüm. Dilin akıcılığına ek olarak merak duygusunun oldukça etkin bir metin olmasına bağlıyorum bunu. Bunları duymak elbette sevindirici.

‘Bakış açımı değiştirdi’ diyenler de çok oldu. Hatta konuya çok kapalı olduğunu düşündüğüm kişiler şaşırtıcı derecede sahiplendiler. Konuyla ilgili dürüst olmak gerekirse herkesin farklı bir yorumu var ama herkesin buluştuğu ortak nokta bir ailenin bunu yok saymaya çalışmasının sergilenebilecek en kötü yaklaşım olduğu. Kabul etmeli ve anlamaya çalışmalıyız.

-Yeni kitap geliyor mu? Var mı yeni bir kurgu ya da başlanmış yeni bir hikaye?

Orhan Pamuk yeni bir kitap yazmadan önce o kitabı yazabilecek insana dönüşmeyi bekliyorum der. O yüzden henüz biraz zamana ihtiyacım var sanırım. Her zaman bir şeyler karalıyorum ama henüz ‘başladım’ diyebileceğim kadar olgunluğa ulaşmış bir hikayem yok. Yazmaktan çok okuduğum bir süreçteyim şu an.

-Aziz Sancar’ın yeğenisiniz. Böyle başarılı bir bilim insanı bazı şeyleri başarmak adına sizi kamçıladı mı ya da itici güç oldu mu?

Öncelikle Aziz Amcam’ın başarısı elbette gurur verici ancak beni asıl kamçılayan Sancar ailesinin bir ferdi olmak diye düşünüyorum. Birçok üyesi alanında büyük başarılara imza atmış ve atmaya da devam eden kişiler. Çocukluktan beri yaptıkları işlerde belli bir standart tutturmaya çalışan kişilerin arasında olmak bence epey değerli. Aziz Amcam’ın bilinen sözüyle bitireyim. ‘Zekaya değil çalışmaya inanırım bizi birbirimizden ayıran şey çalışmaktır.’