BIST 100 9.916 DOLAR 32,44 EURO 34,74 ALTIN 2.438,67
18° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Ağlaşma ne olur çalış, senin de olur...

Okuyanlar arasında, belki de bilmeyen vardır diye, önce başlığı izah etmeliyim.

Bir zamanlar çok popüler şöyle bir “araba arkası sloganı” vardı:
“Nazar Etme Ne Olur... Çalış, Senin de Olur...”

Bu slogandan esinlendim. Ama, konu ağır ve siyasi.

Muhalif, “Solcu-Cumhuriyetçi-Atatürkçü-iktidar karşıtı” medyada sürekli olarak şu tür haberlere rastlıyorum:

“Şunlara bakın! Nasıl çoğaldılar! Giderek her yerde zuhur ediyorlar... Tehlikenin farkında mısınız?” mealinde başlıklarla, genellikle manşetten verilen haberler. Televizyonlarda da, malum görüntüler eşliğinde, pek çoğu haklı olarak “alarm” kokan içerikli benzer ağlaşmalar.

“Ağlaşmalar” diyorum, çünkü gereksiz ve siyaseten saçma içerikte yakınma haberleri bunlar.

Neymiş?

Hükümetin, yani iktidardaki siyasi hareketin (davanın) desteklediği tarikat ve cemaatler, “orada burada kurdukları dini eğitim oluşumları (medrese vs) aracılığıyla küçücük yaştan başlayarak çocukları ve gençleri İslami kurallar doğrultusunda eğitiyor, onlara sarık, çarşaf, cübbe, potur, türban vs. giydiriyor bu tür eğitim kurumlarından ‘mezun’ olanları da ‘İcazet töreni’ adı verilen görkemli yürüyüş şovları ile onore edip, bir tür gövde gösterisi yapıyor”muş...

Evet... Yapıyorlar.

Ve evet... Ben de rahatsızım bundan.

Ufacık, gencecik beyinlere çağdaş eğitimi, bilimi filan zerketmek yerine, dini hurafeleri filan doldurmanın, onları (çoğunun muhtemelen) hiç anlamadıkları bir dilde, tarikatın cemaatin “askeri” niteliğinde tek tip giydirerek bir nevi “orduya” dönüştürmenin, kabul edilebilir ve alkışlanabilir bir tarafı yok tabii...

Üstelik bu şovları, çok uzun bir süredir (on yıllardır) zaten açık açık beyan ettikleri ve 20 yıllık AKP iktidarını fırsat bilerek “Türkiye’yi çağdaş bir Cumhuriyet olmaktan çıkarıp bir din devleti, bir şeriat düzeni haline getirme” amaçlarına ulaştıklarını hissettirmek için “gözümüze gözümüze sokarak” yapıyorlar.

Peki...

Bu noktada şu soruyu sormam lazım:

Bu faaliyeti ve şovları, bu “hoşumuza gitmeyen görüntüleri” kime şikayet ediyorsun? Bizzat destekleyen, doğrudan (Diyanet İşleri) ya da dolaylı (tarikat ve cemaatlere verilen zımni destek-sırtlarını sıvazlamak, onlara olağanüstü boyutlarda maddi faaliyet alanı açarak) olarak arkasında olan hükümete, onun güvenlik kuvvetlerine, yargısına, mahkemelerine, savcılarına filan mı?

Yani?..

Sen şikayet ettin diye, polis-jandarma, Cumhuriyet Savcıları harekete geçip, engel mi olacak? Bunlara T.C. Cumhuriyeti Anayasası’nı, laiklik hükümlerini, ilgili yasaları, Devrim Kanunlarını, ATATÜRK ilkelerini, inkilaplarını filan hatırlatıp, bu gösterileri dağıtacak. Bu medreselere baskın yapıp kapatacak mı?

Böyle olmayacağı için, senin attığın o manşetlerin, o ağlaşmaların (evet, kimse kusuruma bakmasın, bunun adı boşuna ağlaşma) filan hiçbir yararı yok.

Peki... Ne yapacağız?

İşte, onu söylemek üzere yazılmış bir yazıdır, bu satırlar.

Sen de çocuklarımızı gençlerimizi “kendi istediğin yönde ve yolda, istikamette” eğitmek üzere kendi “Medreselerini” (mecazen diyorum tabii) açmanın yolunu arayacaksın.

Bir kere, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki o pırıl pırıl Köy Enstitüleri hareketini ve o ruhu küçümsemeyecek, tepeden bakmayacaksın. Orada yapılan sadece bir “mandolin ve keman eğitimi, bir ağaç dikme ve çapa yapma eğitimi” değildi. Tam da bugün bizi rahatsız eden “çağdışı görüntelerin” antitezini gözlere gözlere sokmaktı. On yıllarca küçümsedin o harekete tepeden baktın. “Jakoben bilmem ne...” İtiraf et..

Şehir şehir, ilçe ilçe, mahalle mahalle, sokak sokak (aynı onların yaptığı gibi) çocuklara bilim öğreten, oyun çağındakilere “Bilmediği dilde ilahilerin söyletildiği değil, oyunların, şarkıların, türkülerin öğretildiği” yerler açacaksın.

Okul çağındakilere, ATATÜRK ilke ve inkilaplarının (okullarda kasten eksik bırakılıyorsa – ki öyle) öğretildiği çağdaş bilimin aktarıldığı, demokratik insani değerlerin beyinlerine zerkedildiği yuvaları oluşturacaksın. Buralarda, bu değerlere gönül vermiş kendisi öyle yetiştirilip eğitilmiş gönüllüler görev yapacak.

Sonra da oralardan “mezun” ettiğin pırıl pırıl beyinleri, konvoylar halinde, rengarenk (tek tip olmayan) giysileri içinde şarkılar türküler, halaylar, rondolar eşliğinde kentin sokaklarında “cıvıl cıvıl kalabalıklar” olarak gezdir. Bayraklarını posterlerini açsınlar. Memleket ve dünya “gençler asıl nasıl eğitilmeliymiş...” görsün.

Ama sen, partilerinle meslek örgütlerinle, sivil toplum kuruluşlarınla, sadece evinde, cafe-lokanta-meyhane masasında, dernek lokalinde “mıy mıy” edip yukarıda zikrettiği manşetlere öfke kusmaya, sızlanmaya, küfretmeye, yumruğunu sıkmaya, özetle “ağlaşmaya” devam ettiğin sürece, o “sarıklı, cübbeli, çarşaflı, ilahili icazet töreni konvoylar” maalesef memleketin dört bir yanında daha da çoğalıyor, çoğalacak.

Kusura bakma kardeşim.

Türkiye’de sol, demokrat, muhalif (çünkü biz hep muhalefetteydik) hareketin en az 50 senelik (az bir süre değil, Cumhuriyet döneminin tam yarısı) tarihini iyi kötü yakından bilen biri olarak söylüyorum. Bugüne kadar sağcıların, faşistlerin din bezirganlarının başarılarını hep “pencereden izleyip dişlerimizi ve yumruklarımızı sıktığımız” yetmedi mi? Toplantı, seminer vs. odalarında kurultay salonlarında “karşı tarafın zaferlerini” lanetlemekten ve sonra da and içip evlerimize dağılmaktan, ya da akşam içki sofrasında kendi “Sol Kahramanlık Türkülerimizi- Marşlarımızı” (Gemerek’te Çevirmişler Deniz Gezmiş’in Yolunu) söylemekten bıkmadık mı? O marşların öznesi olan idollerimize kahramanlarımızı layık olmak için ne yaptık? Gereği kadar çalıştık mı? Deniz’ler, Mahir’ler, Yusuf’lar, İbrahim’ler, ölüm tehdidi altında köy köy mezra mezra dolaştılar o gencecik yaşlarında, kantinde ağlaşmadılar, oturup.

Sünnet düğünlerinde, kına gecelerinde, nişanda, nikahta “Çıktıııık Açııık Alınlaaaa” diye hançerelerimizi yırta yırta, 100 yıl önceki kahramanların başarılarını (utanmadan) onları kopya çekerek bağırmaktan, artık bezmedik mi?

Peki sen (hepsini bir yana bırak, sadece son 20 yılda) ne yaptın canım kardeşim?

Manşetlerden cübbeli- sarıklı – poturlu – çarşaflı dinbaz orduların(!) icazet törenlerini, gerici çağdışı şovlarını lanetlemenin ötesinde ne yaptın? Buna alternatif olarak çocuklarımızın, gençlerin doluşacakları kaç tane “ATATÜRK ilkeleri, laik değerler, çağdaş eğitim, sol sosyalist değerler içerikli” kurs açtın? Hangi yaz kursunda çocuklarımıza (tenis, yüzme, binicilik, satranç vs. de iyi ama) bunları öğretmek üzere ekstra bir çaba içine girdin?

Okullara, öğretmenlere bıraktın hep bu işleri.

Oraları ele geçirdiklerini, oralarda hep “pozitif değerleri” kasten unutturmaya and içmiş bir zihniyetin hakim kılındığını bile bile.

Biraz “tuzu kuru” olanlarınız, çocuğunu yabancı dilde eğitim yapan okullara kurumlara yolladı. Yurtdışına dil kursuna yolladı. Özel eğitim ve beceri kurslarına yolladı. Böylece “medeni birer birey” olarak yetişmelerini amaçladı. Aferin. İyi yaptın da...

Ortada bir “kavga, bir savaş, tarihi bir hesaplaşma” olduğunu görüyor ve manşetlerden, masalardan, dost sohbetlerinden haklı olarak “nefret” kusuyorsun “gerici şovlara”...

Bir çaresi olduğunu ve neler yapabileceğini hiç konuşmadan, hiç düşünmeden.

Oturup kendi örgütlenmeni yapmanın zamanı geldi geçiyor bile.

Bir gün sokağa bile çıkartmayacaklar senin çocuğunu kısa pantolon ya da askılı blûz ile. Seni demiyorum.. Çocuğunu bile.

Bak, ağızlarından salyalar akıtarak (bırakınız beli açık omuzları görünen kızları – kadınları) “şort giyen erkeklere” bile laf ediyor gerici çok bilmiş sahtekarlar. Bak, okullarda kız çocuklarının sınıflarını ayırmanın hazırlıklarını giriştiler bile açıktan. Bak, belki bir gün okullarda “günaydın” denilmesini yasaklayacak yobaz kafa. Öğretmenler ve öğrencilerin sabahları “Dini içerikli cümlelerle” selamlaşmasını zorunlu kılacaklar belki de.

Sen ağla dur.

Tekrar ediyorum:

Ağlaşma Ne Olur. Çalış.. Senin de olur..

Kavga diyorum.

Mücadele diyorum.

“Oturma organımızı minderden kaldırmak” zamanıdır diyorum.