BIST 100 9.916 DOLAR 32,44 EURO 34,74 ALTIN 2.438,67
18° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Doktora şiddet azgınlık noktasında: 'Sevmiyorsan kır kafasını'

"Seviyorsan git konuş..."

Böyle bir klişe lâf vardır, değil mi?

"Aşkını, sevdasını dışa vuramayan" ya da sevdiğine "açılamayan" insanlara denir.

"Git anlat da, kurtul şu platonik sıkıntıdan" deriz, bir nevi...

Çoğu yapamaz bunu. İçine atar, kara sevdadan ölür. Bunalıma girer. Allah esirgesin, intihar filan eder. Eski Türk filmlerinde mutlaka "İnce hastalığa" (Tüberküloz/Verem) yakalanırdı kahramanlar.

Bir de bunun tersi vardır.

"Sevmiyorsan git vur!.."

İşte yurdum insanı bunu çok seviyor.

Nefretini, asla tutamıyor içinde.

Hoşnutsuzluğunu asla gizleyemiyor.

Ve kurban da, her ne hikmetse, hep güçsüz ve savunmasızlar oluyor.

Çocuklarımızı dövüyoruz. Gücümüz yetiyor çünkü.

Kadınlarımızı dövüyor, balkonlardan, camlardan aşağı atıyoruz. Gücümüz onlara yetiyor çünkü. Öldürüyoruz.

Bir de hayvanlara gücümüz yetiyor.

Kediyi köpeği tekmeliyor, oradan buradan atıyor, hatta arabanın arkasına bağlayıp işkence ediyoruz. Kürekle kafasını kırıyoruz, zehirliyoruz. Çamaşır suyu filan döküyoruz su kaplarına.

Bir de bu vazgeçemediğimiz hedefler arasında, sağlık personeli var.

Özellikle doktor dövmeye bayılıyoruz.

Eskiden zordu.

Koruyorlardı, bu lanet olasıca "kibirli yaratıkları"...

Devr-i AKP'de ise nefes aldık.

Hamd olsun "artık özgürce dövebiliyoruz."

Sokak röportajındaki o "Benim başörtülü bacım" ne güzel söyleyiverdi, pek çoğunun aklında geçeni.

"Burunlarından kıl aldırmıyordu" bu doktor denen şeyler.

Ezile büzüle girip çıkabiliyorduk muayene odasına.

Şimdi ise sağolsun "Reis'ten aldığımız güçle" koduk mu oturtabiliyoruz.

Zaten o demedi mi "Giderlerse gitsinler be!..." (Meali defolup gitsinler)

Yok öyle yağma.

Zincirlerimizi kırdık, Yüce Rabbim'e şükürler olsun, hamd-ü senalar olsun..

Buraya kadar nükte yeter...

Hayatın acı gerçekleri, bir yere kadar kaldırabiliyor mizahı.

Gerçekten Türkiye'de böyle düşünen kalabalık bir kitle var.

Maalesef, siyasi iktidarın aymazlığı, senelerdir bir türlü bu işin önünü alabilecek önlemleri yürürlüğü koyamaması, üstelik de kendisi de bir hekim olan Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca devrinde bile bu konuda bir adım ileri gidilememiş olması, "zımni bir yol verme, ön açma" görüntüsü veriyor.

Yurdum insanının "Okumuşa, yazmışa, iyi eğitimliye" karşı bir tür "eziklik duygusunu kapatmak istercesine" şiddet eğilimi de körüklenmiş oluyor.

Gün geçmiyor ki, bir hastaneden bir aile sağlığı merkezinden, bir poliklinikten, acil servisten, yoğun bakımdan bir dayak haberi gelmesin.

Hafta sonunda da Gaziantep'te yaklaşık 20 kişilik bir zorba grubun saldırısına uğrayan bir hekim komaya girdi. Yoğun bakım yatağından yansıyan fotoğrafına bakılırsa (doktor değiliz ama) ciddi ve hayati bir tehlike ile gözetim altında tutuluyor.

Kim bunlar?

Kabaca, "Doktorun kendilerine iyi davranmadığını, başından savdığını, doğru (doğrusunu kendileri nasıl biliyorsa?) tedavi uygulamadığını" öne süren zat-ı namuhteremler.

Şöyle standart bir savunmaları vardır hep:

"Bize hakaret etti. Kibirli davrandı. Üstten konuştu. Sen diye hitap etti. Kabalık etti. İlgilenmedi. Çok kısa muayene etti. Tersledi. Doğru dürüst (nereden biliyorsa?) bakmadı. İstediğim ilacı yazmadı (emrin olur.. sanki sen hekimsin, o da eczacı kalfası)..."

Ve sürüp gider.

Çözüm?

"Vuracaksın sopayı kafasına ki aklı başına gelsin."

"Koyacaksın kafayı burnunun ortasına, ki bir daha yapmasın."

Bu (sözde) insanlar, zaten hayatlarının her alanında hoşnutsuzluklarını giderebilmek için hep bu yönteme başvuruyorlardır emin olun. Evde, alışverişte, trafikte ve her yerde.

Ama iş hastane ve hekim olunca başka bir boyut kazanıyor.

Bre herif-i naşerif!

O hastanenin kapısından çıktığın andan itibaren ayağın taşa takılsa, Allah korusun bir araba çarpsa, hatta elini kapıya sıkıştırsan, o az önce dövdüğün, kaşını gözünü patlattığın hekime ve hemşireye, hasta bakıcıya "Yandım!.. Yetiş, kurtar hayatımı" diye koşacaksın.

Dahası, o hekim ve hemşire denen insanı, senin saldırın nedeniyle devre dışı bıraktığının ve muhtaç olabilecek belki de (günlere, haftalara yayarsan) yüzlerce binlerce insanın şifa bulma hakkını engellediğinin farkında mısın?

Elbette ki doktorların ya da başka hiçbir meslek mensubunun öteki insanlara göre bir üstünlüğü "Sınırsız dokunulmazlığı" veya "başkalarına istediği gibi davranma" hakkı yoktur. Ama bunları düzeltmek ya da "adaleti kendi ellerimize alıp sağlamak" senin işin mi?

Kiminle konuşsan, "Haklısınız. Şiddete karşıyız ama..." diye başlayıp, kendi başından geçen bir anekdotu anlatmaya koyuluyor.

"Bu doktorlar da kendilerini tanrı gibi görüyorlar. Bir tavırlar, bir havalar. Geçen, biri bana öyle bir...."

Hayır efendim.

Doktorun hatasını sonuna kadar eleştirebiliriz. Ama şiddete kimsenin hakkı yok.

Biraz yaşlanmış olanını acilen emekliliğe, gencini acilen yurtdışına kaçmaya, orta yaşlısını kamudan ayrılıp özel sektöre (oralarda pek yapamıyorlar bu şiddeti - 5 yıldızlı ortamın hikmeti midir nedir?) kaçmaya sevk ediyor.

Sonuçta, "yediğiniz haltın" farkında mısınız ey magandalar?

Vergi veren vatandaş olarak o sağlık hizmetini, hem de en mükemmel biçimde almak hakkın. Ama buna karşılık bir görevin de var.

Bana hizmet etmek üzere orada görev yapan insanları anlamaya ve iyi davranmaya çalışmak. Nasıl ki onlardan iyi davranış bekliyorsan, sen de göstereceksin.

Sen, doktorun odasına kaba saba daldığında, onun "Odunu kapıp senin üzerine yürüme hakkı" var mı?

Özellikle kamuda çalışanların her gün, olağanüstü koşullarda kimi zaman 50 hatta 100 hastaya baktığını biliyor musun?

Geçen hafta bir göz doktorunun aynı gün 98'inci hastadan sonra "(mecazen) pilinin bittiği" ve "daha fazla hasta bakmak istemediği için" dayaktan, güvenlik personeli tarafından zor kurtulduğu haberini okuduk. Zavallı adamcağızı, adeta linçten kurtardılar, polikliniğin önüne yığılmış öfkeli kalabalıktan.

Gelelim bunun nedenlerine ve çarelerine:

Birinci neden, yukarıda da zikrettiğim, "Siyasi iktidar ve yandaşlarının, eğitimli, donanımlı, kültürlü ve örgütlü" insanlara karşı duyduğu kin ve nefret.

Evet... Nefret ediyorlar. Doktordan da avukattan da, mühendisten de, akademisyenden de, yandaş-besleme olmayan gazeteciden de...

Tek tek ya da toplu olarak "katli vaciptir" gözü ile bakıyorlar.

Vatandaşların bireysel tepkilerine ve maganda cezalarına da etkili bir yaptırım uygulamamaları da ondan. Adeta "sırt sıvazlayan" sembolik cezalarla çıkıveriyor maganda karakoldan elini kolunu sallayarak.

Maganda da haliyle "Hamd olsun devir değişti. Ağız tadıynan dövebiliyoh artık" diye düşünüyor.

Doktorumuzu korumanın, aslında bu meslek mensuplarına ihtiyacı olan herkesi (yani tüm toplumun hakkını korumak) olduğunu düşünmek bile istemiyorlar.

Çare?

Birincisi, bu nefreti giderecek sosyal bilincin yaşatılması için çocuklardan başlayarak toplumu iyice eğitmek. İkinci olarak da caydırıcı ve çok ağır cezalar getirmek.

kimi zaman kendi aramızda "Bu suçu işleyenlere sağlık hizmeti verilmesin" diye konuşuyoruz ama. Tabii ki bu, uygulanabilecek bir çözüm değil. Hipokrat Yemini denen şeyi eden bir hekimin asla bunu tasvip edebileceğini sanmam. Az önce kafasını yaran bir adamı bile yarım saat sonra ölümcül bir halde önüne getirseler, tedaviyi esirgemeyeceğini biliyoruz bir hekimin. Ya da öyle olmak zorunda.

Bu işin suyu çıktı artık.

Kamu otoritesinin bir şeyler, acilen farklı bir şeyler yapması gerek.

Ağır cezalar da yetmez.

Fiziki olarak bu saldırıların önlenmesi için emniyetten destek verilmeli hastanelere ve tüm sağlık kurumlarına.

Bir "Devlet Büyüğü" geçerken, bütün cadde, sokak ve kavşaklara on binlerce polis yığabilecek kadar gücü var emniyetin. Bir basın açıklamasını engellemek için 1 kişiye karşı 1000 kişilik bir gücü bir yere yığabiliyorsun.

En azından her hastanenin acil servisinde en az 5-6 polis bulundurulması çok mu zor?

Olay olup "kafa göz patladıktan sonra" ifade almaya gelmek işe yaramıyor.

Hekim, kendini güvende hissetmezse, performansının da düşeceğini, hastaya gerekli özenle muayene ve tedavi uygulayamayacağını bilmek için "profesör olmak" gerekmiyor.

Yazıktır.

Anne babalarının bin bir meşakkatle eğitime yolladığı ve uykusuz binlerce gece sonrası pırıl pırıl bir meslek sahibi olan, kendini insanlığın sağlığı için adayan bir mesleğin mensuplarına bu magandalığı reva görenleri "pişman edecek" çok ağır cezalar lazım.

Ama, en başta da koruma...

Bakkalda satılmıyor hekim diploması... Ya da hekim...

Kolay kolay hiçbir meslek mensubu yetişmiyor.

Ama bu insanlara toplum olarak da devlet olarak da bu borcumuzu ödememiz lazım.

Ha bir de...

Karakoldaki, adliyedeki ya da başka bir kamu kuruluşundaki görevli insanlara yapsanıza aynı magandalığı. Bir görelim.

Adamı doğduğuna pişman ederler.

Göreceğiniz aşırı şiddeti (daha emniyet aracında başlayarak, karakolda filan dayağı ve işkenceyi) kastetmiyorum sadece.

Devlet memuruna hakaret ve şiddetin cezasının bayağı ağır olduğunu biliyorum.

Her gün okuyoruz davaları.

Aklımızı başımıza almanın, sağlık personelimizi hak ettikleri güvenli çalışma ortamına kavuşturmanın zamanı geldi, çoktan geçti bile.

Sağlık Bakanı, beceremiyorsa "affını" istesin, gidip kendi hastanesinde para kazanmaya devam etsin. Kamu hastanelerinde olup bitenleri dert edinecek bir bakan ve bir zihniyete ihtiyacı var bu ülkenin.

Haydi göreve!