BIST 100 9.916 DOLAR 32,44 EURO 34,74 ALTIN 2.438,67
20° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Filistin – İsrail sorununa şöyle bakın: LAİK, DEMOKRATİK, HUKUK DEVLETİ...

Yazının başlığını görenler, muhtemelen bir iç politika yorumu-analizi kaleme aldığımı zannedebilirler.

Oysa ki, Filistin – İsrail savaşından ve on yıllardır devam eden bu çatışmanın niye sona erdirilemediğinden, neden giderek daha da büyüyen bir yangın haline geldiğinden, 7 Ekim 2023 günü gerçekleşen Hamas harekatı sonrası, belki de bugüne kadar görülmedik bir ölçüde bölgesel ve küresel etkileri olabileceğinden söz edeceğim.

Bu mesele gündeme her geldiğinde vurguladığım bir noktayı hatırlatarak başlamalıyım:

Küresel emperyalizmin vesayetini üstlenmiş devlet veya devletçikler ile “maşa” nitelikli örgütlerin karıştığı her türlü çatışmaya, belli bir “antidot” formül ile yaklaşmamız lazım. O “antidot” ise, formülü gayet basit ve üçlü muhtevası olan etkili bir ilaçtır:

Laiklik, Demokrasi ve Antiemperyalizm.

Demokrasiden uzak ve emperyalizme şu veya bu şekilde hizmet eden devlet, devletçik veya örgütler, özellikle bölgemizde on yıllardır cirit atan sabıkalı terör örgütleri, bu iki kavramdan son derece uzak ve bu iki kavrama “ölesiye düşman” unsurlardır.

Çünkü bu “antidot”un zıddı olan antidemokrasi ve emperyalizm, insanlığa, insan hayatına ve tabii ki bundan kaynaklanan bir biçimde barışa düşmandır. Demokrasiden uzaklaştığınız oranda barıştan da uzaklaşır, çatışmaya, savaşa ve insan öldürmeye, hatta gerektiğinde “topluca insan öldürmeye” yani katliamcı bir ruh haline yaklaşırsınız. Bakınız: Hitler, Mussolini ve onların bugünkü kötü ve iğrenç, eli kanlı taklitleri olan rejimler.

Geçen yüzyılın hem başlarından (1910’lu yılların savaşları – Birinci Cihan Savaşı) hem de ortalarından (İkinci Cihan Savaşı) çok çarpıcı örneklerin neredeyse hâlâ dumanları tütüyor. Avrupa’yı adeta “yaşayan bir mezarlık” haline getiren iki cihan savaşının nedenleri en başta emperyalistlerin kanlı paylaşım iştahı, sonra da demokratik olmayan rejimlerdir. Geçen yüzyılın sonlarında Avrupa’yı kan gölüne döndüren Yugoslavya iç savaşı, eski Sovlet topraklarındaki irili ufaklı çatışmalar ve en son Ukrayna savaşının nedenleri hep “anti demokrasi” değil mi?

Afrikalı rejimleri ve onların döktükleri kanı saymıyorum bile.

Ortadoğu’nun, yüz yıldan daha uzun bir süredir içine düştüğü durumun altında da bu yatmaktadır. Sadece malum, “petrol vb. doğal kaynaklara çökebilme – paylaşım” değil, aynı zamanda bu bölgede hemen tüm rejimlerin demokrasiden fersah fersah uzak olması, kimi zaman da kasten uzak tutulmasıdır.

Bütün bunlara ek olarak, dünyanın pek çok yerinde çatışmaların kökenlerine inildiğinde ve bu çatışmalarının fitillerinin ateşlenmesinde olsun, üzerine benzin dökülmesinde olsun, kullanılan en ölümcül “yakıt” da “din, mezhep, inanç vb.” Ayrımlar değil midir?

Bir başka deyişle, devletlerin ve toplumların “din ve/veya mezhep temelinde, mezhep temelinde ayrıştırılması ve birbirlerine düşmanlaştırılması”, emperyalistlerin en sevdikleri “fitne araçlarından” biri olmamış mıdır?

Ortadoğu’da, bu saydıklarımın hemen her türlüsüne rastlamak mümkün iken, Filistin – İsrail çatışması, tam da bu saydıklarımın adeta bir “Laboratuvar örneği” olarak adlandırılamaz mı?

Din temelinde kurulmuş bir İsrail devleti, vatandaşlarına “Vatandaş” olarak değil, diğer dinlerin kendilerinden nefret ettiklerine inandırıldığı bir “Cemaat” konsepti yerleştirilmemiş midir beyinlerine ve yüreklerine?

Yine din temelli bir devlet olan İran İslam Cumhuriyeti de, bölgede “emrinde-güdümündeki” terör örgütleri aracılığıyla, İsrail’e “ortadan kaldırılması gereken bir ülke, toplum ve devlet” olarak bakmaktadır.

Lübnan’ın on yıllardır içine gömüldüğü kan denizi, Irak’ta ve Suriye’de yine on yıllardır olup bitenler hep bu saydıklarımdan kaynaklanan belalar değildir de nedir? Yine bu coğrafyada eline silah tutuşturulup savaştırılan farklı etnik ve dini amaçlı terör örgütlerinin “motivasyonunu” da yukarıda sayılan faktörler sağlamıyor mu?

O halde çözüm de bellidir.

İsrail – Filistin çatışmasında da, diğer başka çatışmalarda da, “Dini ve mezhepsel ayrımları kullanarak meseleye bakanlardan” uzak durmak. Meseleye “laik” perspektifle yaklaşmak, “Yahudi - Müslüman” düşmanlığı söyleminden mümkün olduğunca uzak çözüm aramak ve “meydanı” soruna bu gözle bakanlara bırakmamak gerekiyor.

Bir örnek vermek gerekirse, 1970’li yıllarda, bizim kuşağın içinde bulunduğu öğrenci hareketinin, laik ve demokratik, gerçek anti emperyalist Filistinli örgütler üzerinden Filistin Davası’na verdiği desteği, İslamcı hareketlerin kötülemesi ve asla destek olmaması bu yüzdendi. Sonraları “din temelli” örgütlenen ve emperyalist maşası haline gelen terör örgütlerine yanaşmaları da tam bu yüzdendir.

Bölgedeki tüm devletlerin halklarını “Demokrasi ile tanıştırmak, laiklik ile aşina kılmak ve en önemlisi de emperyalizmi olabildiğince teşhir ederek, bu üç unsurun önemini iyice kavratmak” büyük önem taşıyor.

Laiklik, demokrasi ve antiemperyalizm.

Ve tabii ki, “hukukun üstünlüğüne” dayalı yönetimler. Yani, toplumların temsilcileri aracılığıyla yönetenlerden hesap sorabildiği, hukuk çerçevesinde bağımsız yargı ile yürütmenin denetlenebildiği ülkeler, devletler.

Başka yerde çare aramamak gerekiyor.

İşte, tam da bu yüzden, bundan 100 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Büyük Önder ve tarihin en büyük antiemperyalist savaşçısı Mustafa Kemal ATATÜRK, tam da bu formülün temellerini, belki de “Küresel bir ilaç olarak” gezegenimize sunan bir vizyonerdir.

Geçen yüzyılda bu vizyonerin ve vizyonunun kıymetini bilerek kendi topraklarımızda hayata geçirebilsek, komşu ülkelere ve bölgemize yeterince örnek (model) olabilsek, belki hem biz hem de bölge komşularına en büyük iyiliği etmeyecek miydik?

Filistin’de köktendinci ve terörün “at gözlüğünü” kendine araç olarak benimsemiş unsurlar üzerinden bu meselenin çözülemeyeceğini, İsrail’de de “Dini referans alan bir devlet anlayışına on yıllardır sarılmış ve laikliği ayaklar altına almış, dolayısıyla da demokrasiden uzaklaşmış, dünyanın en büyük emperyalisti bir devletin maşalığını ölümüne üstlenmiş” bir devlet anlayışı terkedilmedikçe oradan kan ve ateş eksik olmayacaktır.

Bunu kavramadan, günlük olup bitenleri analiz edebilmeye çalışmak, abesle iştigal ve gereksiz vakit kaybıdır.

Laiklik, demokrasi ve antiemperyalizm...

Ve tabii ki hukukun üstünüğü...

Var mısınız?

Sizi şöyle, “sola doğru” alalım.

Çekinmeyin.

Pişman olmayacaksınız.