BIST 100 10.277 DOLAR 32,34 EURO 34,81 ALTIN 2.393,53
12° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Meclis ve siyasi çölleşme…

“Bu çölden hayat çıkarmak, bu inhilalden (dağılıştan) bir kuruluş yaratmak lazım” diyordu Mustafa Kemal Atatürk. 23 Nisan 1920’ye, yani Meclisin açılışına giden günler belki de hayatının en buhranlı günleriydi. Şevket Süreyya Aydemir, Mustafa Kemal Paşa’nın 1920 yılının Ocak ayından itibaren yaşadığı süreci; en yalnız, en bunalımlı, en mihnetli (sıkıntılı) zamanları olarak tarif eder. Ülkenin dört bir tarafında süren savaş, ayyuka çıkmış isyanlar, birçok imkansızlık ve savaşmaktan yorgun düşmüş bir halk… Üstelik yaşanan tek zorluk da içinde bulunan koşullar değildi. Diğer taraftan Dr. Refik Bey’in (Saydam) gözetimi altında böbrek rahatsızlığının doğurduğu ateşli hastalıkla mücadele eden Mustafa Kemal Paşa sıkıntısını hiç kimseye hissettirmeden hedefine doğru yürüyordu. O, bu kıyametin içinde meşruiyet arayışında olan bir liderdi; “Bir devre yetiştik ki onda, her şey meşru olmalıdır” diyordu. Ve işte bu meşruiyet arayışının en önemli sembolü, milli mücadele sonucu yani halk hareketinden doğmuş halk devletinin, halk meclisinin kurulması ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesiydi. İşte bu yüzden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı o zorlu günlerin toplumsal hafızamızdan silinmemesi adına sahip olduğumuz en güzel hatıradır. Kutlu olsun.

Hayattan çöle; 1920-2024

Evet, meclisin kurulması bu kadar önemliydi. Bir yandan halkın egemenliğinin temsili, diğer taraftan uluslararası kamuoyu gözünde meşruiyetin sağlanması. Atatürk dediğini yapmış ve o çölden bir hayat çıkarmayı başarmıştı. Kurucu partinin içinden, ülkeyi yönetecek, bakanlık yapacak hatta çok partili sisteme geçtikten sonra başka partiler kurup onları iktidara getirecek nice siyasi kadrolar, liderler daha önemlisi fikirler çıkmıştı.

Peki 100 yıl sonra bugün, acaba meclisten toplumu yansıtan bir tablo çıkıyor mu? Bu sorunun yanıtı aslında Türkiye’nin siyasi gündeminde gizli. Her seçim dönemi fikirleri, olguları, ideolojileri konuşmak yerine fazlaca kişileri konuştuğumuz ve bu kişilerin sayısının da bir elin parmağını geçmediğini göz önünde bulundurursak, siyaset meclisinin çölleşmeye doğru gittiğini söylememiz mümkün.

Alman filozof Heidegger’in Nietzsche’nin “çöl büyüyor” sözünü değerlendirirken değindiği gibi: “Çölleşme, tahrip etmekten çok daha fazla bir şey. Çölleşme, yok etmekten daha korkutucu. Tahrip, yalnızca şimdiye kadar gelişmiş ve inşa edilmiş olanı ortadan kaldırıyor, fakat çölleşme gelecekteki gelişmeye meydan vermiyor ve her türlü inşa imkanını engelliyor. Çölleşme, sadece yok etmekten daha korkutucu. Yok ekmek de esasen ortadan kaldırmayı ve dahası hiçi ifade ediyor, fakat çölleşme engel olmayı ve imkansızlığı öngörüyor ve yaygınlaştırıyor.”*

Yeni fikirlerin, kavramların konuşulmadığı, toplumsal ilerlemenin nasıl olacağının tartışılamadığı bir iklimde ancak kişiler ve siyasi aktörler tartışılır. Üstelik siyasi partiler kanununun yarattığı lider hegemonyasında, lidere ve onun ekibine bağlı isimlerin yükselebildiği, var olabildiği göz önünde bulundurulursa çölleşmenin bizzat liderler eliyle sağlandığını da söyleyebiliriz. Elbette bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Dünyada lider odaklı, gücün tek elde toplandığı otoriter yönetimlerin hükmü varken bundan etkilenmemek mümkün değil.

Son seçim sonuçlarına bir de bu pencereden bakmak lazım. Bir tarafta Ak Parti’de lider dışında var olamayan, yaşam alanı bulamayan siyasi aktör, siyasi fikir yoksunluğu, diğer tarafta CHP’deki yeni siyasi yüzler, isimler, aktörler ve yeni bir retorik. Tıpkı doğadaki denge gibi var olmayanın, çevreye uyum sağlayamayanın yarattığı boşluğu daha güçlü olan, gelişmelere daha rahat uyum sağlayanlar doldurdu… Sol ve sosyal demokrat kodlarıyla demokrasiyi içselleştirmiş, kapsayıcılığı yüksek olan Cumhuriyet Halk Partisi kadrolarının bu siyasi çölleşmeye engel olması mümkün. Bunun için ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan kaynağı, birikimi, tecrübesi fazlasıyla var. Üstelik artık yüksek halk desteğini de arkasına almış durumda. Bu büyük bir fırsat. Şimdi yerelde iktidar olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin önünde; fikirsel çölleşmeye son vermek, meclisi gerçek manada işlevselliğine kavuşacağı bir zemine taşımak, ilerlemenin yapı taşlarını oluşturacak yeni bir retorik ve programla öncülük etmek gibi zor ama sorumluluk sayılabilecek işler var. Kurucu parti olmanın getirdiği devrimci kökleri, ikinci yüzyılın siyasetini inşa etmesini de mümkün kılacaktır. Heidegger’in dediği gibi çölleşme yok etmekten daha korkutucudur. Çölleşme imkansızlığı öngörür ve yaygınlaştırır. Buradan çıkışın imkansız olmadığında inanmak, bu inancı halkta örgütlemek ve yaşam pınarının kaynağı kadrolardan en verimli şekilde faydalanmak gerekir.

*Heidegger, Düşünme Ne Demektir? Çev: R. Şentürk. İst. 2009. s 19.