BIST 100 10.219 DOLAR 32,21 EURO 34,86 ALTIN 2.444,47
11° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

“Sen benim kim olduğumu…..”

Bu toprakların tarihi kadar eski bir klişe ve eski bir tartışmadır bu.

Dün belki de milyonlarca kez yaşandı, bundan sonra da yaşanacak. Arada bir haber olabiliyor, ama pek çoğu da öylesine, günlük yaşamın koşuşturmacası içinde dikkat bile çekmeden geçip gidiyor.

İktidar Partisi AKP’nin Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz adlı bir muhterem hanımefendiyi, muhtemelen kurallara uymadan seyreden ve çakarlı lamba takılmış bir araçta olduğu için durduran polisler, bu çok değerli hanımefendinin “Ben milletvekiliyim, çekilin yoldan. Ne haddinize?” türünden atarlanması üzerine “Ama bu araç milletvekiline ait görünen (bildiğim kadarı ile 2 araçlık imtiyazlı kontenjanları var vekillerin) bir araç değil” demişler. Bu saygın ve güzide hanımefendi de, “Şerefsizleeer.. Pislikleeer..” gibi son derece veciz bir “salon” üslûbu ihtiva eden ifadelerle mukabele etmiş.

Bereket, polisler bu ifadeleri cep telefonu ile kaydetmişler ve bunun muhalefetten bir siyasetçiye sızmasını sağlamışlar da, kamuoyu olayı ve bu müstesna mebus hanımefendinin tavrını öğrenme fırsatı bulmuş oldu.

E ayıp tabii. Devletin polisine karşı böyle hitap etmek yakışmamış bu hanımefendiye. Her ne kadar yakın bir geçmişte TBMM çatısı altında aynı hanımefendinin “Mersin Büyükşehir’i de kanırta kanırta alacağız” gibilerden “mahalle ağzı” ile bir siyasi beyanda bulunduğunu hatırlasak da, ona bile yakışmamış.

Gelelim olayın asıl arızalı yönlerine.

Yönlerine diyorum çünkü tek bir yönü yok tabii.

  1. Bir kere bu işler, iktidar olsun muhalefet olsun tüm milletvekillerinin zaman zaman içine düştükleri bir hata. CHP’liler de, başkaları da bunu zaman zaman yapıyor. “Sen beni, milletvekili olduğum halde nasıl durdurursun?..” En başta, zaten milletvekiline “imtiyazlı geçiş hakkı, çakarlı araç kullanma hakkı, trafiğe geçiş üstünlüğü olarak kayıtlı araç kullanabilme hakkı” sadece bizim gibi az gelişmiş ve demokrasisi güdük kalmış ülkelere has bir uygulamadır. Ne demek “geçiş üstünlüğü” kardeşim? Önemli görev, önemli iş tanımı nasıl yapılır? Milletvekili denen şahıs neden “benden ya da milletin sıradan bir ferdinden daha önemli iş yapıyor sayılır” ki? Normal bir ülkede geçiş üstünlüğü ve çakarlı lamba sadece ambulans, polis, itfaiyeye ait olur. Onun dışında, (belki terörün vs. olası hedefi olabilecek) çok kritik görevlerdeki (Cumhurbaşkanı vb.) insanlara hızlı hareket edebilmesi için eskort vb. yöntemlerle daha hızlı hareket olanağı sağlanabilir. O da yollar filan kesilmeden, öteki araçlar durdurulmadan. Abartmadan. Bunların dışında, kimseye “ayrıcalıklı plaka, ayrıcalıklı geçiş hakkı, kırmızı mavi lamba filan” verilmez.

Yani, asıl yanlış buradan başlıyor.

  1. Zaten bu ayrıcalığı bir kez verdin mi, o insanlara da (milletvekili ya da başka meslek ve görevlerde) “Sen benim kim olduğumu biliyon mu?” diye atarlanma hakkını “otomatikman” sağlamış oluyorsun. Sonra, kınayamazsın bu muhterem hanımefendi ve beyefendileri.
  1. Dünden beri, yani Sayın CHP Mersin Milletvekili A. Mahir Başarır bu olayı (haklı olarak) kamuoyuna duyurduğu andan itibaren, yine abuk bir kampanya daha başladı. “Polisimin Yanındayım” hashtag’i ile, trafik memurlarına sahip çıkma kampanyası. Burada, “yanında” duracağız şey, “polisim” değil, hukuk devleti ve kanun ve kural hakimiyeti olmalıdır. Çünkü o polis, dünkü olayda istisnai bir şekilde (belki de kazayla – cehaletten veya özensizlikten) iktidar milletvekilinin ayağına takılmış olabilir. Ama o “polisim” Gezici eylemciden protestocu üniversiteliye, hak arayan akademisyenden çevreye duyarlı köylüye, sendikalı işçiden dayağa ve zulme karşı sesini yükselten kadınlara kadar herkesin karşısına dikilen ve bu özellikleri ile iktidarın tepe noktalarındaki insanların “Kahramanlarım, aslanlarım, koçyiğitlerim” diye gaz verdiği “polisim” değil mi?
  1. Şimdi istisnai biçimde “çizginin dışına” çıkıverince, aynı iktidarın (Valiliğin uygulamasında olduğu gibi) anında “satıverdiği” polisten söz ediyorum. Polislere de buradan önemli bir ders çıkıyor tabii. İktidarın değil, yasaların polisliğini yapma gerekliliğinden söz ediyorum.
  1. Polisin değil, “akıllıca ve demokratik hukuk devleti çerçevesinde belirlenmiş kurallar”ın yanında olmalıyız. Polis de o kuralları zaten uygulaması gerektiğinden, uygulamanın yanında olmalıyız. Aynı polisin, (misal) her türlü kuralı ihlal eden ve İstanbullulara hayatı zehreden taksicilere ve minibüsçülere göz yumduğunu, o terörü adeta teşvik eder mahiyette “arkasını döndüğünü, gözünü kapattığını” niye unutuyoruz? Bir milletvekilini durdurup, “Bu araç size kayıtlı değil” diyen polis neden hemen bu kadar kolayca “kahraman” ilan ediliyor? Mesele buradadır esas.
  1. İngiltere’de, Hollanda’da, Finlandiya’da filan zaten bunu “yapmayan” polis haber olur. Yapan değil. Yıllar önce, bir terör olayını önleme çalışması sırasında Londra’nın tam göbeğinde polisin çektiği “Police Line Do Not Cross - GEÇİLMEZ” bandını “Canınız cehenneme. Sen benim kim olduğumu biliyor musun lan?” diyerek ihlal eden ve alkollü olduğu anlaşılan zamanın Savunma Bakanı’na (yanlış okumadınız) nasıl araçtan indirilip kelepçe takılıp karakola götürüldüğüne bizzat tanık olmuştum. Haber budur.
  1. Burada ise, yıllar önce bir AKP Milletvekilinin, oğluna kötü muamele ettiği öne sürülen bir Çevik Kuvvet Timi’ni karakolda (Emniyet Müdürü ile birlikte) sıraya dizerek nasıl hakaret ettiğini ve aşağıladığını, üstelik de videoya çektirdiğini utanarak, iğrenerek izlemiştik. Orada devlet aşağılanmıştı. Hukuk devleti aşağılanmıştı. Sadece polis değil.

Özetle:

Bu işin çözümüne başlayacağımız nokta, “Ayrıcalıkları ve ayrıcalıklı insan sayısını sıfırlamak” olmalı. Gerisi kolay. Eğer devletin güvenlik kuvveti mensuplarını “Filancaya ilişirsek başımız derde girer” veya “Ben iktidarın polisiyim. Onun emrindeyim. O iktidar aygıtından kimseye ilişmemeliyim” duygusundan kurtarırsak, mesele kendiliğinden çözülür.

Ama, “Hatırlı ve mühim kişilerin doğrudan ya da dolaylı sahip oldukları plakalardan birini taşıyan taksiye bile” ses edemeyen, o taksilerin direksiyonlarında oturan eşkıyanın her türlü kuralı ihlal edebilme hakkına “saygı” gösteren polis memurlarına bu (yanlış – arızalı) duyguyu yerleştirmişsek.. Geçmiş olsun.

Karar vermek lazım. Çağdaş, medeni bir toplum haline gelmenin yolu, “ayrıcalıklı insan” kavramını bir an önce terketmektir. Bu kavramlar feodal, geri, çağdışı toplumlarda olur. Krallıklarda, diktatörlüklerde, ikinci sınıf rejimlerde vardır.

Kendimize hangi rejim ve yaşam türünü yakıştırıyoruz?

Ona karar vermeliyiz.

Ve.. İtiraf edelim:

O karar noktasından çoooook uzağız.