BIST 100 10.248 DOLAR 32,25 EURO 34,79 ALTIN 2.401,01
16° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Haklı sorulara yanlış tepkiler...

Bu ülkede, her devir iktidarı ele geçirenler ve onların yandaşlarının hiç vazgeçemedikleri bir hastalığı vardır. Zaten iktidarda hep sağcılar olduğundan, “sağın tipik defoları”ndan kaynaklanan bu huyları sürekli capcanlıdır.

Sandıktan halkın oyu ile çıkmış olmanın, kendilerini “tartışılamaz, eleştirilemez” ve en vahimi de “Devletin kendisi, devletin sahibi” zannetme huyundan söz ediyorum. Onlara söylenmiş her söz, sorulan her soru, yapılan her eleştiri her tür sorgulama “devletin bekasına uzatılmış dil, hakaret ve yıkıcı faaliyet” olarak algılanır.

Hiçbir şeyi eleştiremezsiniz.

Misal: Devletin laikliğini her hatırlattığınızda, “Vay efendim sen dine mi karşısın?” Ayrıca dine karşı olmak diye bir suç olabilir mi? İnsan pekala karşı da olabilir. Bu, inançlı insanların ortadan kalkmasını ya da dini yasaklanmasını istemek anlamına gelmez ki... (Kendinizle başkalarını karıştırmayın. Yani, siz dini olmayanın, inancı olmayanın ortadan kaldırılmasından yanasınız. Biliyoruz) “Vay efendim sen ezanlar sussun, bayraklar insin mi istiyorsun?” saçmalığı önünüze koyulabilir.

Sanki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının bu cumhuriyeti oturttukları o vazgeçilmez ayaklardan, temel sütunlarından biri olan laikliği savunmak, “dinsizliği ya da putperestliği teşvik” anlamına geliyormuş gibi. Bu ilkellikten bir türlü kurtulamadı hakim sınıflar. Sadece, devlet işine dini hurafeleri ve öğretileri bulaştırmayın. Kamu alanına hakim kılmayın dini, imanı, inancı, bu esaslara göre giyim kuşamı falan. Bunu diyoruz. Herkesin inancı kendi kendine yaşansın, kamuya hakim kılmayın.

Misal: Devletin memurunu, iktidar partisinin memuru gibi görmek ve onları partinin emrinde kullanmak alışkanlığını eleştirirsin. “Vay efendim sen devlete nasıl laf söylersin?” Sanki valilerin, kaymakamların, emniyet müdürlerinin, “Parti devleti elemanı” olarak kullanılmasını ve vatandaşların hepsinin emrinde olduklarını unutup iktidar partisi aygıtının bir parçası olmamasını söylemek yanlışmış gibi.

Misal: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, yargı mensuplarının, hatta sıradan her türlü memurların, siyasi parti söylemlerinin ve diğer siyasi partilere yönelik eleştirilerin dillendirildiği toplantılara, mitinglere, açılışlara vs. (zorla) getirilmesi ve “muktedir lider”in alkışlatılmasını eleştirirsin. “Vay efendim sen devletin askerine, polisine, memuruna hakaret mi ediyorsun?” Bir siyasi toplantıda devletin polis bandosunun orkestrasının, iktidar partisinin propaganda müziğini çalması, bizzat o “devlete hakaret ve devleti küçük düşürmek, saygınlığı ile oynamak” değilmiş gibi.

Misal: Yüksek yargı mensupları ile iktidar partisinin başı “çay toplama” etkinliğine gittiğinde, “Onların ne iyi var orada?” diye sorgularsın... “Vay efendim sen yüksek yargıçlara hakaret mi ediyorsun?” Asıl sen ediyorsun da ben bunu eleştiriyorum. Farkında değilsin galiba?

Misal: Asla siyasetin sokulmaması gereken “Okul, cami, kışla ve adliye”de yaşanan ayıpları yani buram buram siyasete bulaştırılmalarını eleştirirsin. “Sen bu devletin temellerine dinamit mi koymak istiyorsun?..” Asıl sen koydun da onun patlamaması için uğraşıyorum. Onun bile farkında değilsin.

Yüzlerce örnek verilebilir de...

Lafı, en son yaşadığımız abuk tartışmaya getirmek istiyorum.

Bir vesile ile laf yine döndü dolaştı şu “Fevkalade Müsamahaya Mazhar Damat Şirketi Baykar”a geldi. Şu meşhur İHA’ları, SİHA’ları falan yapan şirket. Yatıyoruz kalkıyoruz, bunların “Dünya harikası, dünyanın başka hiçbir ülkesinde olmayan, yerli ve milli bir teknoloji şaheseri” olduğu propagandası ile milleti bıktırdınız.

Olabilir de... Ben bu yukarıdaki değerlendirmeleri çürütecek bir askeri - teknoloji uzmanı vb. değilim. Belki de öyledir. Belki değildir. Belki başka ülkelerle işbirliği içinde ya da onları kopyalarak falan yapıyorlardır. Bilemem. Beni aşar. Bunları ihraç ederek memlekete önemli miktarda döviz de giriyor olabilir. Onu da alkışlarız tabii ki...

Sorguladığımız (en son olarak da DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın gündeme getirdiği) şey şu:

Biz, söz konusu şirketin yani drone üreticisi bu “Harikalar Kumpanyası” şirket, Baykar’ın “Sırf iktidarın başı siyasetçinin birinci derecede aile yakını (damadı) olduğu için kayırılıp kayırılmadığını” sorguluyoruz. Verilen teşvikler, önünün haksız rekabet uygulanarak açılıp açılmadığı, rakip firmalar varsa, onlarla “eşit koşullarda yarışıp yarışmadığı” gibi, son derece temel, meşru ve evrensel soruları soruyoruz.

Demokrasi ile yönetilen (varsayım odur ki, Türkiye Cumhuriyeti de bu kategoridedir) ülkelerde muhalefet partileri parlamentolarda, medya ekranlarda ve sayfalarda, kamuoyu da çarşıda – pazarda ve her yerde bu meşru soruyu sorabilir. Sormalıdır da...

Niye? Çünkü, eğer böylesine kârlı bir sanayi dalında bir firmaya devlet teşviği sağlanıyor ve bu firmanın sahipleri (Allah daha fazlasını versin – bolca) para kazanıyorsa, “teşvik” dediğin şey de milletin vergileri ise bu soru kadar haklı ve meşru bir soru olamaz.

Şimdi bunu sorduk diye “Türkiye’nin savunmasını istemiyor musun? Yoksa sen terörle mücadeleye, sınırlarımızın korunması karşı mısın? Ne yapmaya çalışıyorsun sen? Devleti zayıflatmaya TSK’yı etkisizleştirmeye mi çalışıyorsun?” gibi komik, abuk ve ilkel çıkışların bir alemi var mı?

Üstelik, böylesine hırçın tepkiler verirsen millet daha fazla (tabirimi mazur görün) “kıllanmaz” mı? Acaba hassas bir yere mi bastık da böyle “feryat ediyorsun?” demezler mi adama? Nedir yani atarınız – gideriniz? Hakaret dolu çıkışlarınız?

Çıkarsın, her namuslu iş insanı ve tüccar gibi defterlerini, kayıtlarını şeffaf biçimde paylaşırsın; eğer iftira atılıyorsa da tersini kanıtlar, kendini temize çıkarırsın. “N’olmuş yani? Biz Cumhurbaşkanı’nın damadıyız diye iş yapamayacak mıyız? Zaten biz damat olmadan da yapıyorduk bu işi” diye atar – gider yapmanın alemi nedir yani? Biz sana drone’ların beynindeki elektronik teknolojik yazılım sırlarını açıkla demiyoruz ki...

Evet. Önceden de yapıyordunuz. Belki önceden de, şimdi de, en iyisi sizdiniz ve sizsiniz. Belki de gerçekten lâyıksınız “kayırılmaya”.

Dedim ya. Bunu bilemeyiz. Ama sırf iktidardaki siyasetçinin yakını olduğunuz için, herkesten daha fazla şeffaf olmanız gerekmez mi? Yani hem kendinizin hem de kayınpederinizin “AK’lanması” için? Gerekli görmüyor musunuz bunu?

Efendim?

“Canınız cehenneme ulan! Size ne ulan? İşimize mani olmayın! Gölge etmeyin. Yanıt vermiyoruz!” diye atarlanır, celallenirseniz, kafalardaki soru işaretlerini çoğaltırsınız.

Tercih sizin.

Oturup düşünün.

Demokrasi mi? Yani şeffaflık mı?

Üçüncü, beşinci sınıf rejimler gibi mi?” “kapalı aile sırları ile dolu, şaibeli kuşkulu, boy soru işaretli, karanlık bir ortamda iş görmek” mi?

Cevabınız siciliniz olacaktır.

Olmaktadır.

Onu diyorum.

Haydi size hayırlı tıraşlar (pardon işler.)