BIST 100 10.219 DOLAR 32,21 EURO 34,86 ALTIN 2.444,47
21° İstanbul
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • İçel
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

“Yalan ile abad….”

Yunus Emre’ye atfedilen, Anadolu topraklarının en ünlü ve yerinde kullanıldığında “cuk” diye oturan, ziyadesiyle özlü bir sözdür:

“Zulm ile abad olanın ahiri berbat olur…”

Kabaca, “Başkalarına zulmederek, kötülük yaparak, acı çektirerek, hayatını zorlaştırarak mutlu olmaya çalışanlar, bunun bedelini sonradan er ya da geç ödemeye mahkumdur” diye tercüme edilebilir.

Geçtiğimiz günlerde, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Sayın Fahrettin Altun, Twitter’daki bir paylaşımında, bunu yine çok yerinde bir şekilde “transpoze” ediverdi.

“Yalanla abad olunmaz. Ancak rezil olunur…”

Doğru söze ne denir?

Sayın Altun’un aynı tweet’inde, yine son derece isabetle işaret buyurdukları üzere;

“Yalan kötüdür.”

“Yalan tehlikelidir.”

“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”

Tabii, bütün bu doğruları söylerken, “yalan”ın tarifi üzerinde de anlaşabilmemiz gerekir. Yani, sıradan insanların, iktidara yanaşma ve yalakalık görevini üstlenmemiş basın kuruluşlarının ve muhalefet partilerinin her söylediğini, her eleştirisini “yalan”, iktidar mekanizmasının ve propaganda organlarının her söyledikleri de “gerçek” olarak etiketlemek de doğru mudur? Onu da tartışalım isterseniz.

Sayın Altun’un bu tweet’i atmasına neden olan hadiseyi hatırlayalım önce:

Ortada, günlerdir (pazar gününden bu yana tartışılan) bir yanlış (tabii ki yalan diye nitelemek de mümkün) haber var. Çünkü ne niyetle ve ne kadar teknik bir hataya kurban olarak yapılmış olursa olsun, “yanlış” bir haberi servis ettikten sonra, pardon diyerek sadece “yanlış yaptık” deyip savunup geçiverince bu tavır, haberin “yalan haber” olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

BBC Türkçe Bölümü’nün mâhut haberinden söz ediyorum.

Hani şu (mealen) “İngiltere Savunma Bakanı Wallace, Afganistan’tan kaçan göçmenler için Pakistan ve Türkiye’de ‘değerlendirme – tasnif” kampları – merkezleri kurulması planlanıyor” şeklinde bir söz sarf ettiğini öne süren “Yalan haber”

Anlaşıldı ki, (aslında Britanyalı Bakan’ın Mail On Sunday’de yayınlanan makalesine bakınca böyle bir şey söylemediği son derece açık da) BBC Türkçe’nin haberinde, aynı gazetenin ve bir başka gazetenin (The Guardian) haberlerine atıfla, o haberlerin “Bakan’a atıfta bulunarak değil, (Britanya) Savunma Bakanlığı kaynaklarına atıfla” bu spesifik bilgiyi (tahmini?) verdiği” belirtilmişti. Yani “Pakistan ve Türkiye detayı” Bakan’ın ağzından değil, “Kaynaklara atıfla” yazılmıştı.

BBC Türkçe’nin haberi kaleme alınırken ise “Atıf yapılan kaynak Bakan’mış” gibi gösterilerek, yanlış yapılmıştı. Yani ortada, sonradan ortalığı birbirine katacak düpedüz bir “Yalan” haber üretimi söz konusuydu.

Öyle ya, Türkiye’de muhalefet liderleri ve muhalif medya, bu “yanlış”ın (yalanın) üzerine büyük bir iştahla atlayıp zehir zemberek, hatta İngiltere hükümetine dönük İngilizce demeçler bile verdiler. Olacak iş değildi tabii.

Haberi yanlış yazan ve bir “yalan” niteliğindeki bu bilgiyi yayıp ortalığı birbirine katan BBC Türkçe, her ne kadar özür dilediyse de, hasar ortadaydı. Hani “Bad-el harab-ül Basra” (Basra harap olduktan sonra) derler ya. Tam o misal.

Tabii ki, BBC’nin özrü bir erdemli tavırdır. Çünkü o haber, o denli saygın ve köklü bir kuruma yakışmayan bir “Büyük hata”dır. Üstelik, şahsen o kurumda bir dönem çalışmış ve sıkı (ve örnek) gazetecilik standartlarını bilen biri olarak, en çok ben ayıpladım ve (özrü) en çok da ben alkışladım. Orası başka. Ama hasar hasardır. BBC kötü bir gazetecilik yapmış ve siyasi sonuçları olan bir “yalan”ı, istemeden de olsa yaymıştır.

Şimdi gerçek ortaya çıktığına göre, yapılacak olan nedir?

Gerçeğin, tam olarak gerçeğin ortaya çıkmasına çalışmak.

Yani, “malum kaynakları yeniden sıkıştırıp, o atfın arkasında bir gerçek var mı yok mu onu bulmak için zorlamak” değil mi?

Yok. Biz her zamanki bunu yapmıyor ve “Kim yalancı, kim kimden daha yalancı” tartışmasına boğup, gerçeğin araştırılmasını unutturmaya çalışıyoruz.

İktidar propaganda aygıtı, siyasi bir kurnazlıkla “Mal bulmuş Mağribi” gibi, “Bakın işte yalan yazdılar. Muhalefet de bu yalana sarılıp bizi karalamaya çalıştı. Her zamanki gibi yalancılar bunlar. Oysa biz doğru yerdeyiz” diyerek suyu bulandırmaya çalışıyor.

Muhalefet ise, iktidarın geçmişte ve bugün milyonlarca başka yalanını bildiği ve haklı olarak onları ortayla döktüğü, karşılığında da tek bir özür duymadığımız için, haklı olarak iktidara yükleniyor. “Ne yani? Belki de bal gibi de böyle bir anlaşma yapmışınızdır İngiltere ile” mantığına sarılıyor. “Biden’la yapılan gizli ve resmi tercüman bulunmayan görüşmede neler konuşulduğunu açıklamadığınız sürece, pekala bu tür angajmanlara girmiş olmanız muhtemeldir” diyor.

Siyasettir. İktidar ve muhalefet bunları yapacak tabii.

Peki ama medya olarak, yazılı ve görsel digital mecralarda yayın yapanlar olarak bize düşen görev ne:

Bu olaydan bir ders çıkarıp, bu tür hataları gelecekte yapmamak ve güvenilirliğimize leke sürdürmemek. BBC’nin bu lekeyi temizlemesi epey uzun sürecektir. Aynı şekilde bu haberlerin (ve İngiliz Bakan’ın demecinin) ortalık yerde açık kaynak olarak durduğu gerçeği bilinirken, kontrol etmeden “zort” diye üzerine atlayarak yayınlamak da özellikle Türkiye’deki muhalif medyanın bir ayıbı, bir “Yalan suçuna ortak olması” olarak kayda geçmiştir.

Hani darağacında Lâz’a sormuşlar ya:

“Son arzun nedir?”

“Ha bu bana bir ders olsun” demiş.

Bu “son arzumuz” değil çok şükür. İdamlık durumda değiliz. Dersi alıp yolumuza devam edelim.

İktidarın ne yapması gerektiğine gelince.

Onlar için artık “yalan”dan ve “Yalan ile abad olmaktan” bahsedecek bir durum kalmadığını, tam tersine artık bu alanda “Doktor ne yerse yesin dedi…” noktasında olduklarını biliyoruz.

Ama en yüksek sesle onlar bağırıyormuş…

Bırakınız bağırsınlar.

“Resmi yalan yalan sayılmaz” mantığında çoktaaaaan boğuldular bile.